29 Aralık 2017

VANADOKYA

Van'ın Başkale ilçesinde bulunan volkanik Yiğit Dağı'nın püskürttüğü kayaçlar, zamanla yağmur suları ve rüzgarın aşındırmasıyla ortaya peribacaları güzelliklerini çıkarmış. Son yıllarda yağışların etkisiyle de metrelerce uzunlukta çok sayıda  tünel ve mağara ortaya çıkmış.
Pek çoğumuzun haberi yok...Peribacaları meşhurluğunu Kapadokya ile tamamlamış durumda zaten. Peki ya duyulmayanlar? 
 Narman Peribacaları (Erzurum)
Kula Peribacaları 
Afyon Peribacaları
Konya Peribacaları 
ve 
Vanadokya
Bu bölgelerde bulunan peribacalarının sayılarının az olması sebebiyle adları duyulmamış olabilir. Ama neden bihaber kalalım ki?
Yaşadığımız yörenin,bölgenin,ülkenin barındırdığı değerlerin farkında olmak insana büyük bir haz veriyor.
Yiğit Dağı'nın sebep olduğu bu güzellikleri yöre halkı Vanadokya olarak adlandırmış. Bilmem ki başka ne diyebilirlerdi? 
Son zamanlarda bölgenin adının duyulmasıyla yerli ve yabancı turistler ziyaretlere gelmeye başlamış. Hem peribacalarını, hem de aynı bölgede bulunan tünel ve mağaraları görme imkanı bulmuşlar. 
İmkanımın olmasını ve gidip görmeyi ben de çok istiyorum...
Bölgenin güzelliklerini yeni yeni öğrenmeye başlamışken sizlerle de paylaşmak istedim...Daha önce Vanadokya'yı duymuş olan ya da görmüş olan var mı? Merak etmiyor da değilim:)

Ülkemizin her köşesine,her köşesinde bulunan güzelliklere gönül rahatlığıyla,huzurla gidilebilecek günler diliyorum,gönülden diliyorum...

Sevgiyle...



26 Aralık 2017

KAR YAĞMAZSA...

Van'a bu yılın ilk karı yağdığında malesef biz burada değildik. Döndüğümüzde de karlar erimişti. Bu durum Poyraz'ın kar heyecanının giderek artmasına sebep oldu :) Her gün acaba kar yağdı mı merakı, kar gibi beyaz şeyler giyme telaşı, kar gibi soğuk su isteme çılgınlığı...her havuç gördüğünde kardan adamın burnunu görme sevinci, kömürün ne olduğunu anlama çabaları evimizin rutin yaşananları haline geldi.
Ben de orijinal kardan adam yapma aşamasına gelene kadar farklı tarzlarda etkinlikler yaparak az da olsa tatmin olmasına niyetlendim. Yani mutlu olsun istedim. Yani anneler kar yağmadan da kardan adam yapabilir, bilsin istedim :))
Yapacağımız etkinliğin hazırlama aşamalarında çok sıkıldığı için, her şeyi kurcalama merakı benim hazırlamamı engellediği için ben hazırlıkları bir gün önceden yapıyorum. 
Kardan adam yapmanın en basit yolunu seçtim. Bana da nostalji olsun istedim :)
Her malzemeden ikişer tane hazırladım. Birisi Poyraz' birisi kendime. Çünkü bu tarz etkinliklerde gösterip yaptırma tekniği bana çok mantıklı geliyor. Daha az komut vermiş oluyorum...
Malzemelerimizi gösterdim ve ne yapacağımızı söyledim. Şaşırdı, heyecanlandı :) Her şeyi tek tek sordu tabi. Ben de açıkladım. 
'Ama kar yok' dedi.
Pamuğu gösterdim 'işte burda, bizim karımız bunlar' dedim.
Küçük ellerini uzattı, pamuklara dokunup hemen geri çekti.
'Ayhhh ellerim çok üşüdü' dedi...
 Avuçlarıma alıp üşüyen minik ellerini ısıttım.
Kendi yüreğimi çocuk yüreğiyle ısıttım. 
Masumiyetinden öperim seni yavrum.....


Günün güzelliği bu olsun***Annesinin kar dediği pamuğa ellediğinde elleri üşüyen bir yavrunun masumiyeti...üşüyen elleri ısıtan bir annenin dünyası...***
*
*
*
Bazen inanmak yaşamak oluyor.
Sevgiyle.


9 Kasım 2017

Saat dokuzu beş geçe #10kasım


Saat dokuzu beş geçe

Atam Dolmabahçe'de

Gözlerini kapamış
Bütün dünya ağlamış



Doktor doktor kalksana

Lambaları yaksana
Atam elden gidiyor
Çaresine baksana



Uzun uzun kavaklar

Dökülüyor yapraklar
Ben Atam'a doymadım
Doysun kara topraklar



Bedenimiz küçük, yüreğimiz kocamandı...
Biraz zorlansak da ezberlemiştik...Sanki bu şiir sadece ayakta ve gözler kapalı bir şekilde okunabiliyordu...
Sesteki ahenk 'doktor doktor' kısmında hiddetleniyordu...Gerçekten kalkmalıydı o doktor, çaresini bulmalıydı...
Olmadı...
79 sene geçti...
Bedenimiz büyüdü, yüreklerimiz daraldı...Bu şiir unutulmadı...
Atasına doyamayan evlatların hüznü hiç bitmedi...
Minnet duyguları hiç eksilmedi...
Kara gün 10 Kasım yine geldi...
Ruhun şad olsun Atam...


8 Kasım 2017

DALDAN DALA ATLAMA YAZISI


Hava puslu, kapalı, gökyüzü gri,bulutlar yok, yağış yok...Öyle garip bir hal...Hiç sevmem,içim kararır,darlanırım...Sonra hiç sevmeyişime tövbe ederim...
Kışın gelişiyle ilgili yıllardır bende aynı tatava...Belki yıllardır süregelen bu halet-i ruhiye ağustos doğumlu olmamdan mütevellit...İçimden geldi ve kullandım işte bu kelimeleri nokta
İşte kış yani, geliyor; pek de iyi değilim. Hele buraya bir kar tanesi düşmeye başlasın, toprağın aylar süren gizlenişi başlayacak. Güneşin var gücüyle yumuşatmaya çalıştığı karlar geceyi geçirdikten sonra buz kütleleri olarak güne başlayacak. Her yer alabildiğine beyaz olacak, yaşam zor olacak; ama beyazlıkların üstüne çıkan güneşle aydınlıktan gözler etrafa bakamayacak. Aydınlıktan gözleri açamamak çok güzel, çok ışıltılı, umuda davet eden bir şey...
Ne kadar zaman oldu dinlemeyeli bilmiyorum...Bugün Farid Farjad dinliyorum. Hep bu havadan sebep! güzel oldu ama, özlemişim dinginliği...
Karaçam tohumlu bir kalemim vardı. Arkasındaki tohumu küçük bir saksıda toprak altında bekliyor şimdi. Ben de onun müjdesini bekliyorum. Pencerenin önüne koydum güneş alsın diye, işte güneşe gitme deyişime geçerli bir sebep...Ne zaman görürüm acaba filizlenişini, geç mi çıkar, bilen var mı ki?
Daldan dala atlama yazısı yazmak çok hoş:) 
Beynim aynen böyle işliyor çünkü.. Tohumum ne zaman filizlenir acaba, dur bulaşık makinesini boşaltıp geleyim,Poyraz'ın oyuncaklarını azaltmalıyım,dur annemlerle bir konuşayım. Odaklanma sıfır sanırım bu sıralar. Mesela tohumunu saksıya bıraktığım kalemimle bir öykü yazayım istiyorum..Hiç denemedim..Sadece oğluma hediye etme maksadıyla..Tohumlu kalem ya bereketlidir anlamı yüklüyorum, tabi ona da odaklanamıyorum...
'Kişisel Ataleti Yenmek' isimli bir kitaba başladım, ataletimi yenip kitabı okuyamıyorum...Daha önce duymadığım bir terim öğrendim onunla ilgili de bir yazı yazıp sizinle paylaşmak istiyorum...
İşte böyle...
bir havalar bir havalar...
Dışarıda bir havalar, bende bir havalar...
Bu arada da aklıma geldi baktım 'mütevellit' kelimesi TDK'nin Genel Türkçe Sözlüğünde mevcut.
Yine aklıma geldi, ben 'sözcük' yerine 'kelime' kelimesini kullanırım. 'söz' ün sonuna neden '-cük' küçültme eki getirilmiş anlam veremem.
Bir de şunu söyleyeyim...Alfabemizde 'Ka' sesi yoktur ; o aslında 'Ke'dir. 
İşte bu yüzden "TDK'nın" yazarsak yazım yanlışı yaparız.
 Yanlış yaparız yani 'yalnış' yapmayız. 
Hem de herkes yapar 'herkez' değil!

Bitsin artık, güneş çıksaydı iyiydi ya :) 

Sevgiyle...

4 Kasım 2017

VAN KEDİSİ EVİ


Yine bir Van yazısı...Yeni bir Van güzelliği...
Bence meşhurlukta otlu peynirin önünde durması gereken Van kedisi...
Bembeyaz uzun tüyleri, kabarık kuyruğu, sevecen tavrı ve uysal haliyle çok sevimliler. Tabi onları farklı kılan iki gözünün de farklı renkte olması. Öyle güzeller ki...
Bizi ilgilendiren kısmı elbette ki göz renkleri değildi...
İlgilendiğimiz kısım oğlumuzun kedi sevgisiydi :)
Yüzüncü Yıl Üniversitesi bünyesinde Van Kedisi Araştırma ve Uygulama Merkezi olduğunu ve halka açık bir yer olduğunu öğrendiğimizde çok sevindik. 
İlk ziyaretimizi geçen sene yapmıştık...
Aradan bir sene geçtikten sonra tekrar gitme fırsatını bulduk. Geçtiğimiz günlerde bu pek sevimlilerle oğlumuzun kucaklaşmalarına şahit olduk :)
Mekanda kediler için ana binaya bağlı iki açık alan ve ana binanın içinde bulunan kapalı alan mevcut. Açık alandaki kedileri tel örgülerin arkasından inceleme ve sevme imkanı var :)
Binanın içinde bulunan alanda da yine koruma perdesinin arkasından görme imkanı olduğu gibi orada satılan ıslak mamadan alarak kedilerin yanlarına girme imkanı da var. Yani bizim oraya gitmemize sebep olan imkan :)
Poyraz uzaktan sevmelerden hiç tatmin olmadı pek tabi. Bir mama aldılar ve babasıyla birlikte ayaklarında galoşlar kedilerin yanına girdiler...Ama nasıl bir coşku, nasıl bir mutluluk...Hemen bir tanışma faslı yaptı tabii bizimki sonra da "benden korkmayın tediler :)) kaçmayın, mama getirdim sizeee"  sözleriyle kedileri kendisine çekmeyi başardı. Daha doymadılar diyerek birkaç paket mamayla kedilerin gönlünde taht kurdu. Sonra gelsin yakalamalar, sarılmalar, öpmeler :) 
Kediler gerçekten fazlaca uysal...gerçi bizim sorunumuz kedilerden çok Poyraz'dı...Elbette sevgisinin ayarını bilemiyordu...kuyruktan yakalayıp çekme isteğine en uysal olan kedinin bile tepkisiz kalacağını sanmıyorduk...
Neyse ki sorunsuz bir şekilde çok güzel vakit geçirdi...Şimdi sık sık o günkü maceralarını anlatıyor. Anlatırken bile aynı coşkuyu yakalıyor. "Tekrar ne zaman gidicez?" soruları bitmiyor tabi:)
Kesinlikle gidilesi, görülesi bir yer. Üniversite bünyesinde bakımları, kontrolleri yapılmış kedilerle çocukları buluşturma imkanı sağlayan, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum...Yine söylüyorum isterseniz gelin görün :)


NOT: Bu yazıda ;belki geçmiş yaşantılardan kalan kedi korkusu 
yüzünden restoranların açık alanlarında yemek yemek istemeyen bir annenin aynı korkunun oğluna miras kalmaması için verdiği uğraşlar mevcut. Desteği için eşime çok çok teşekkür :)

Sevgiyle...





2 Kasım 2017

Bir Kaka,Bir Ders!


Oğlum galiba bir aylıktı.Kalça çıkıklığı kontrolü için ultrason çektirmeye özel bir hastaneye gittik.Evden dışarı yanımızda bir bebekle çıkmış olmanın mutluluğu, heyecanı, korkusu; yapılacak olan kontrolün tedirginliği eşimi ve beni sarıp sarmalamıştı. Biz bu kadar duygu karmaşasını yaşarken, galiba hala doğduğunun farkına bile varamayan oğlum her zamanki gibi uyuyordu.
 Sıra bize geldi, hemşire hanım bizi odaya çağırdı ve heyecanlı ebeveynle uyuyan bebek üçlüsü olarak içeri girdik. Nedense doktorların ruh hali beni çok etkiler. Hemen doktor beyi analiz etmeye çalıştım. Biraz yorgun görünmesini randevu saatimizin geç olmasına bağlayarak, genel anlamda güzel bakan mutlu birisi kanısına vardım. Pozitif bakan ve mutlu görünen doktorlardan mutlaka iyi haber alırız,düşüncesini bir türlü içimden atamadım...
Doktor bey bize kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra bebeği iç kısımda bulunan odaya götürmemizi söyledi. Hala uyuyan bebeğimi pusetinden alıp doktorun tarif ettiği şekilde sedyeye yatırdım.Tamam kötü bir şey değildi ama neden kalbime kadar titriyordum bilemedim. Karanlık bir oda, ultrason cihazı, monitör, kocaman bir sedye,sedyenin üstünde uykusundan uyandırıldığı için vıyaklayan bir bebek, tedirgin baba, bekleyen doktor, heyecanlanan,korkan,endişelenen,anlamsız sözlerle bebeğini susturmaya teselli etmeye çalışan taze bir anne...
Ağladığı için oğlumu doktorun istediği pozisyona getiremeyeceğimi düşündüm. Benim ürkek dokunuşlarımdan başaramayacağımı anlamış olacak ki doktor olaya el attı. Oğlumun bacağını kıvırmaya çalışırken' bir de bezini çıkarıcaz' dedi ve bezi açtı. O an ben de doğduğunun farkına varamayan bebeğin; doğurduğunun farkına varamayan annesi olarak gayri ihtiyari mahçup bir şekilde 'ayyy kaka yapmışız' dedim. Doktor bey gayet ciddi bir şekilde bana dönerek 'siz de mi yaptınız?' dedi. Mutlu bakan gözleri kaybolmuştu sanki :) Hık mık zık ...kem küm kem... neler dediğimi hatırlamıyorum. Bozuldum tabiki. 
Bu esnada da ultrason işi bitti. Bütün bir ayın ağlamalarını o güne biriktiren ve beni terler içinde bırakan oğlum da sustu. Toparlandık,o karanlık odadan çıktık. Masasına geçen doktorun karşısında muhteşem üçlü yerimizi aldık. Hiçbir sorun yok, ölçümler gayet normal dedi doktor. Rahatladık çok şükür de bir de bizim diğer mesele vardı. Onu da yarım bırakmadı tabii doktorumuz...
Sana tavsiyem onun doğduğunu kabullen dedi, siz artık ikiniz değilsiniz, o artık ayrı bir beden, ayrı bir insan dedi. Kişiliğinin gelişmesini istiyorsan onu kendinden ayrı tut; farklı bir birey olduğunu ona hissettir, dedi. Yani onunla ilgili konularda 'biz'li cümleler kurma dedi. Nasıl da iyi dedi...Alınma lütfen dedi...
Kakayla başlayan, benim bozulmamla yarım kalan mesele minnettarlığımla neticelendi. Teşekkürle ayrıldık odadan...
Oğluma isim bulma konusunda bile kısaltılmasın, eklemeler yapılmasın, sadece ismi neyse o şekilde kullanılsın düşünceleriyle çırpınan ben; farkında olmadan onun 'kendisi' olmasını geciktirecektim belli ki...
İki yıl geçti üstünden ve unutmadım sözleri,o sözlerin bende düşündürdüklerini. Unutmadım ve uyguladım, eşimle birlikte uyguladık. 
'hadi odamıza gidelim, hadi sütümüzü içelim, hadi üstümüzü giyelim, bugün biraz yaramazlık yaptık....' evet hepsi çok sevimli masum cümleler. Ama oda onun, sütü o içecek, yaramazlık yapan o, hatta kakayı yapan da o :)
Bu konuya gerçekten önem verdik. Kendi kişiliğini, kendi benliğini fark edebilmesi için davranışlarımıza, sözlerimize dikkat ettik...Belki böyle bir düşünceye yine sahip olacaktım ama o gün doktorun konuşmaları başlangıç oldu...
Evet ufak ufak sonuçlarını görebiliyoruz. Kendisini, duygularını, sahip olduklarını, davranışlarını fark etme ve kabul etme aşamasında. Bizim için durum biraz farklı tabi...bazen işin ucu bize çok fena yansıyor...Karşı çıktığı durumlarda mantıklı bir açıklamamız yoksa kabul etmek zorunda kalıyoruz... Kendisini bir birey olarak kabul etme ve kabul ettirme yolunda ilerliyor bence... Bu konuda dikkat ettiğimiz en belirgin konu ona sadece ve sık sık ismiyle hitap etmemiz oldu. Şu an farklı bir hitap şeklini asla kabul etmiyor. Bu durum bizim için de geçerli tabii... 
En son geldiğimiz nokta; ben onu severken "canımmm" dedim...
 Bana "ben senin canın diilim anne POYRAZIM!"  dedi.
Şimdi napcaz doktor bey?
:))
Olsun anne mutlu:)


Sevgiyle....

31 Ekim 2017

!!!!!!ÇEKİLİŞ SONUCU!!!!

30 Ekim 2017

Çekilişimiz sona erdi...

Kazanan arkadaşımız Kuşların İzinde bloğunun yazarı Zehra Çelik Baltacı oldu. Kendisine mail yoluyla bilgilendirme yaptım. Umarım geri dönüş yapar :)

Arkadaşımı tebrik ediyorum :) 

Katılan herkese çoook teşekkür ediyorum ve devamı gelecek diyorum :)

Sevgiyle...


27 Ekim 2017

Neler oluyor?

Bazılarını yaşıyorum, bazılarını duyuyorum,görüyorum,bazılarının umudunu taşıyor; bazılarının yorgunluğunu taşıyamıyorum. Zaman akıyor, günler geçiyor ve çok şey oluyor...Bilmeye, takip etmeye yetişemiyorum... 

Her gün küçük mucizemin bana öğreteceği şeylerin merakı ve heyecanıyla uyanıyorum...İki yaş çılgınlıkları ve coşkusuyla bayağı hareketli günler yaşıyoruz. Öyle günler ki kendisinden başka bir şeye vakit ayrılamayan günler...

Ekim bitiyor...Dallarda yapraklar iyiden iyiye azaldı...Günde en az üç farklı kıyafet giyilebilecek sıcaklıklar hissediyoruz. Kış 'geliyorum' diyor...Beyaz örtüye hazır mıyız bilmiyorum...Gündüz yakıcı güneşle birlikte çaktırmadan esen rüzgar 'tam hastalık havasıyım' diyor...Geceleri zaten kalorifere el değmiyor. Sanayideki usta arabanın antifrizini -30 dereceye göre ayarlamalıyız diyor...Korkuyorum...

Sanki sadece 'ay benim dizim başlayacak'  demek için haftada bir gün oturup İstanbullu Gelin izliyorum. Ne buluyorum bilmiyorum...

Başladığım üç kitap var...Ayırabileceğim zaman dilimine göre sınıflandırdığım kitaplarımın bazen hiçbirini elime alamadan günü bitiriyorum...

Blogları elimden geldiğince takip etmeye, okumaya çalışıyorum...Gün içinde de aklıma geliyor, okuduklarımdan yola çıkarak kimin ne yaptığını düşünüyorum:)

dahamutluyuz acaba gezisinden döndü mü? (Döndü bu arada)
Büşra içini döktükten sonra rahatlayabildi mi?
Kiremit Hanem bu cuma nasıl bir kart hazırlayacak?
Aslıhan'ın Van İl Halk Kütüphanesi için başlattığı imza kampanyası ne durumda?
Doğuş Hakan Yılmaz'ın oluşturduğu blog ajandası nasıl bir gelişim gösterecek?
Hayat Cıvıltısı' nın başlattığı çekilişin kazananı kim olacak ? 
Mavi ve Edebiyat'ın yüksek lisans dersleri bayağı ağırlaştı galiba diyorum...
Blog dünyasının içinde olmak bir kez daha mutlu ediyor beni...

Van'da 29 Ekime kadar devam edecek kitap fuarı oldukça ilgi görüyor. Okul servisleriyle öğrenciler fuar alanına götürülüyor. Birçok çocuğun fuar ortamını görmesi sağlanıyor. Çok da güzel oluyor. 
Bazı şair ve yazarlar kendi kitaplarının bulunduğu stantta bekliyor. Yanında bulunan görevli 'yazarımız burada imzalı kitabını almak ister misiniz?' diyor. Nedense benim içim buruluyor...

Sabah gölden tuttuğu inci kefallerini arabasının bagajına koyan bir amca her gün 'taze balııık' diye bağırarak apartmanın önünden geçiyor.

Her gün kavgalarını, gürültülerini duymamak için müziğin sesini açtığımız üst komşum 4. bebeğini bekliyor...İlk üçüne üzüldüğüm gibi gelecek olana da üzülüyorum...

Oluyor.Oluyor.Bir sürü şey yaşanıyor.Dünyada.Ülkemde.Şehrimde.Kendi dünyamda. Hepsi hayra çıksın, mutluluğa çıksın diyorum.


Sevgiyle... 

25 Ekim 2017

Göz Bakar, Gönül Görür #AşıkVeysel

Yedi yaşında gözleri etrafa kapanan minicik bir beden...
Oyalanması düşüncesiyle babasının eline verdiği kendinden büyük bir bağlama...
Ardı ardına gelen acılar...
Etrafa kapanıp, yüreğe açılan gözler...
Hepsinin birleşimi unutulmaz değerler...
Hala 'benim sadık yarim kara topraktır' diyoruz...
Hala 'güzelliğin on para etmez,bu bendeki aşk olmasa' sözünün derinliğine hayran kalıyoruz...
Hala acılardan hayat bulan bu manaların dizilimine şaşırıyoruz...
Bazı şeylerin ölümsüzlüğünün yürekten geldiğini anlıyoruz...
Her daim saygı duyuyoruz...

Bir sanat eseri ne kadar halka mal olmuşsa, halkın içinde ne kadar yaşıyorsa; o kadar değerlidir...
Sanat eserleri ne kadar yaşıyorsa sanatçıları da o kadar bizimledir...
Veysel Şatıroğlu...
İyi ki doğmuşsun...
İyi ki Aşık Veysel olmuşsun...
İyi ki bu güzel halka ozan olmuşsun...
Dünyada kapanan gözlerin cennette açılsın...
Aydınlıklar içinde uyu...

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN
Ben giderim adım kalır 
Dostlar beni hatırlasın.. 
Düğün olur bayram gelir 
Dostlar beni hatırlasın..

Can kafeste durmaz uçar 
Dünya bir han konan göçer 
Ay dolanır yıllar gecer 
Dostlar beni hatırlasın..

Can bedenden ayrılacak 
Tütmez baca yanmaz ocak 
Selam olsun kucak kucak 
Dostlar beni hatırlasın..

Ne gelsemdi ne giderdim 
Günden güne arttı derdim 
Garip kalır yerim yurdum 
Dostlar beni hatırlasın..

Açar solar türlü çiçek 
Kimler gülmüş kim gülecek 
Murad yalan ölüm gerçek 
Dostlar beni hatırlasın..

Gün ikindi akşam olur 
Gör ki başa neler gelir 
Veysel gider adı kalır 
Dostlar beni hatırlasın.



10 Ekim 2017

Annee Benim Propolisim Nerdee?


Gün geçmiyor ki 'bilinçli' anne çırpınışları içinde olan fedakar yüreklerin karşısına yeni maceralar çıkmasın... Her gün yeni bir stil,yeni bir akım, yeni bir yöntem... Karşısında merakla keşfetmeye çalışan biz anneler ve her uygulamaya yanıt vermesini beklediğimiz yavrular...
Yeniliklerin gerçekten yenilik olduğuna inandığım ve fayda göreceğimize inandığım her türlüsüne açığım. Ama artık hayretler içindeyim... Annelik öyle çılgın bir hale geldi ki...Ne yapmalıyım? Ne öğretmeliyim? Ne yedirmeliyim? Ne giydirmeliyim? 
Fark ettiğim hiç de masumane gelmeyen bir 'EN' mücadelesi var artık.
 'EN' zeki benim çocuğum olsun!
'EN' başarılı 'EN' yetenekli benim çocuğum olsun!
'EN' sağlıklı, 'EN' mutlu, 'EN'şık benim çocuğum olsun!
Tabii bitmiyor bu maddesel 'EN'ler ... Merhamet, hoşgörü, sağduyu, saygı, öz saygı, paylaşım... bunlar için pek de kayda değer bir uğraş söz konusu değil. Ya da sadece sözde kalan bilinçlendirme çabaları...
Minik yavrular şaşkın... Anneler hırslı...
Çocuklar ;
etkinlikten etkinliğe, haşlanmış etten buharda haşlanmış sebzelere, vitamin takviyesinden antibakteriyel kozmetik ürünlerine doğru savrulma halinde...
Abartmayı öyle seviyoruz ki...
Öyle körü körüne takılıp gidiyoruz ki bazı güncel akımların peşine...
Montessori...Artık coşup giden, durdurulamayan bir tarz...
 Montessori adı altında öyle işler, uygulamalar yapılıyor ki zavallı Maria Hanım (ruhu şad olsun) eminim mezarında pek de rahat değildir.
Peki çocuklar...Artık annelerinden korkar oldular...Çocukların o an bir çalışmaya istekli olup olmadığı anlaşılmadan sürekli direktiflerle yapılan etkinliklerden bıkmış hale geldiler...O an belki de sadece küçük arabasını alakasız yerlerde sürmek isteyen ve bundan keyif alacak çocuk; arabasını bırakıp pipete yüksük makarna geçirmek zorunda kaldı ya da bir kaptan diğer kaba mercimek boşaltmak zorunda...
Ek gıda serüveni ayrı...Takviye vitamin serüveni ayrı...Yurt dışından getirtilen koruyucu aşılar serüveni ayrı bir hal aldı...
Daha önce hiç görmediği avakadoyu çocuğunun burnunu tıkayıp zorla ağzına tepenler oldu...
Suratında felaket çağıran bir ifadeyle 'Ayy devletin aşılarını mı yaptırdınız?' gibi sorular sorarak yurt dışından özel olarak getirttiği aşıya ölümsüzlük iksiri muamelesi yapanlar oldu...
Evi kokuttuğu düşüncesiyle evinde balık pişirmeyip ne idüğü belirsiz markaların balık yağlarını kutu kutu çocuğuna içirenler oldu...
Yaz boyu üstü kirlenecek düşüncesiyle çocuğunu parka bahçeye götürmeyip damla damla D vitaminine umut bağlayanlar oldu...
Çocuklara sunulan neredeyse her içeceğin, yiyeceğin içinde artık annelerin damlattığı katkılar mevcut...
Şimdi de propolis...Ben yeni duydum...Yeni bir furya mı başladı yoksa ben gelişimleri yeterince takip etmeyen çocuğunun gelişimine hiç önem vermeyen bir anne miyim bilmiyorum...
Propolis en basit tanımıyla arıların ürettiği doğal bir madde imiş.Arılar bu maddeyi kovanlarının yalıtımını sağlamak için, kovanın temizliğini sağlamak için, kovanlarını dışarıdan gelecek zararlı madde ve mikroorganizmalara karşı korumak için üretiyorlarmış. 
Ne güzel değil mi? Aferin arılara...İçeriği ve faydalarıysa saymakla bitmiyor...
Şimdi birçok anne güvenilir yerlerden propolise ulaşma çabasında ve arayışında...
Biz henüz birinci şahıslardan yani üreticisinden bile gerçek bir bala ulaşamadık...'Öyle bal mı kaldı?' diyorlar. Ve anlattıklarından benim anladığım resmen arılara bal yapmayı öğretiyorlar...
Hal böyleyken bahsi geçen ürünün orijinali nerdedir,kimlere nasip olur bilmiyorum...
Evlatlar elbette hepimizin göz bebeği, elbette çabamız her şeyin güzelini iyisini onlara sunmak... Ancak kendimizi kaybetmeden...bu yolda kendimizi de çocuklarımızı da harap etmeden...Güvenilir kaynaklara başvurarak, iç sesimizi dinleyerek ve en önemlisi çocuğumuzun ihtiyaçlarının, beklentisinin farkına vararak... Anne babalara güzelliklere ulaştıcarak tüm çabalarında; çocuklaraysa böyle bir zamanda büyümeye çalıştıkları için her halükarda kolaylıklar diliyorum...

Sevgiyle...





4 Ekim 2017

ÇEKİLİŞ!!! HEM DE SEÇMELİ




İzleyici sayımın 100 olmasını sevinç nidalarıyla kutlamış ve bir de adettendir diye çekilişle kutlayacağımı söylemiştim hatırlarsanız. O gün bugündür düşünmekten yoruldum resmen. Hediye olarak neyi belirlemem gerektiğine dair onlarca fikir geçti beynimden. Sonuç olarak çook farklı bir şey buldum:
KİTAP
:)
Çünkü herkese hitap edebilecekti.
Çünkü beni izleyenlerin çoğunun ortak paydası kitaptı.
Çünkü kitaplar güzeldi.
Çünkü okumak güzeldi.
Çünkü okumaya vesile olmak da güzel olacaktı...

Sizler için iki kitap seti belirledim...Kazanan arkadaşım setlerden istediğini tercih edecek...Okurken not alması için bir defter ve kalem de onun olacak...Bir de pıtı pıtı şeyler göndermek istiyorum :) o biraz kazanan kişiye göre şekillenecek sanırım:)

Set-1

STEFAN ZWEIG

KUTULU 5 KİTAP

*SATRANÇ
*OLAĞANÜSTÜ BİR GECE
*BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU
*BİR KADININ YAŞAMINDAN YİRMİ DÖRT SAAT
*KORKU

SET-2


FRANZ KAFKA

KUTULU 4 KİTAP

*MİLENA'YA MEKTUPLAR
*DÖNÜŞÜM
*DAVA
*BABAYA MEKTUP

Çekilişe katılmak için;

- Bloğumu izliyor olmanız 
-Çekilişi G+ hesabınızdan herkese açık olarak duyurmanız 
- Yorum olarak katıldığınızı belirtmeniz ve size ulaşabileceğim mail adresini yazmanız yeterli olacak.

Ek hak falan vermiyorum kimseye:) Ama isterseniz buradan beni instagramda da takip edebilirsiniz. Oraya da beklerim tabiki...

Çekilişin bitiş tarihi 30 Ekim 2017


Herkese bol şans diliyorum...


Sevgiyle...

3 Ekim 2017

COĞRAFYA VE EFSANE


Çok uzun yıllar Coğrafya dersi aldım. Her sene derslerde gördüklerimiz birbirinin aynısı şeylerdi. Ancak ben her sene yeniden öğrenmeye çalıştım. Hem de ilk defa duymuşcasına... 
Babama göre matematik bilmemden daha önemliydi coğrafya bilmem...ve ona göre coğrafya; harita üzerinde şehirlerin yerlerini bulmak ve ülkelerin başkentlerini ezbere bilmekten ibaretti...Belki de bu stresle hiç öğrenemedim...Türkiye'nin başkenti Ankara idi de çok şükür kendi memleketim olduğu için unutmuyordum..

Yıllar sonra şunu fark ettim ki bir şeyi unutmamam için bana gereken şey yaşanmışlıklardı...
Kendi yaşantım kendi deneyimlemem de olabilir... 
Unutmuyorum yıllar önce gençliğimizi harap eden o malum sınava hazırlanırken mükemmel bir coğrafya öğretmenim vardı, ve şöyle derdi :" kendinize sürekli yeni kıyafetler almak yerine gezin...öyle oturduğunuz yerden lagünü, tomboloyu öğrenemezsiniz...görüp yaşamanız gerekiyor...emin olun gidip gördüğünüz falezlerin mutluluğunu,yeni aldığınız bir gömlek veremez.." Bence haklıydı.. Evet benim için de unutmamak ya gidip görmekle ya da işin dedikodu kısmını bilmekle mümkündü...
Birisi; bak burda iki aşık varmış kavuşamadan ölmüşler işte bu kayalar da onları öldüren adamlar... taş olmuşlar desin :) Asla unutmam, o kayaların görüntüsü gözümün önünden gitmez...
İşte Coğrafya ve efsaneler benim için böyle birleşti...
Öyle güzel efsaneleri olan ancak bilinmeyen mekanlarımız vardı ki bu güzel topraklarda...
Keşke dedim hep; öğretmenlerimiz bize öğretmeye çalışırken arada kısacık da olsa bahsetselerdi bu efsanelerden...
Efsanelerden yola çıkarak yapılmış besteleri dinletebilecek bir eğitim anlayışımız olsaydı...
Olmadı.
Şimdi imkanlar dahilinde gezip görme imkanı bulduğum yerlerle ilgili bilgileri edindikten sonra mutlaka bir de efsanelerini okuyorum. Şahane oluyor...Gezerken resmen efsane kahramanları yanımda dolaşıyor...:)



Sevgiyle...



1 Ekim 2017

MAVİ VE EDEBİYAT ÇEKİLİŞİNİN ŞANSLI KİŞİSİ

Ve ben :)
Şans bana 'merhaba' demişti...
Demek ki selam verip kaçmamış...

Mavi ve Edebiyat bloğunun yazarları Merve ve Mücahit arkadaşlarımızın düzenlediği çekilişin de kazananı ben oldum :)

Bu sefer hediyeler sürprizdi.
Bu durumun keyfi de ayrı bir şeymiş. 
Kargo paketini açarken içim pır pır oldu :)
Heyecan duymakta da haklıymışım. İçinden öyle güzel düşünülmüş hediyeler çıktı ki...Resmen kişiye özel:)

Paylaşımlarımdan yola çıkmış olacaklar ki bana Dr. Fatih Kalkınç'ın OKUL EVDE BAŞLAR kitabını göndermişler.
Bana hitap eden bir kitabı göndermeleri beni çok mutlu etti:)
Okumak için sabırsızlanıyorum resmen.
Yanında sevimli bir kokulu defter, kitap ayracı, magnetler...hepsi de çok eğlenceli...
Samimi duygularla yazdıkları notlar da ayrı bir mutluluk sebebi:)

Mavi ve Edebiyat ; keyif veren bloğunuzda düzenlediğiniz çekiliş için ve hediyelerim için çok teşekkür ederim. Umarım yine çekiliş düzenlersiniz ve yine ben kazanırım :)) 
Şaka bir yana siz genç kalbinizle ve umut veren mavinizle yazmaya devam edin yeter.

Takip etmeyen arkadaşlarım varsa bu güzel bloğa burdan ulaşabilirler.

Sevgiler...





30 Eylül 2017

ÇOCUK EDEBİYATI ve CEMAL SÜREYA

Cemal Süreya'nın Günler adlı yapıtından alınmıştır:

" Ayrı bir çocuk edebiyatı olmaması kanısındayım. Biri diyecek ki, 'Ama var öyle bir edebiyat!' Var, var olmasına; ne ki, olması gerektiği için değil, kendisi var olmak istediği için. Geçende bir arkadaş Saçak'taki bir soruşturmaya verdiği karşılıkta ne güzel soruyordu:'Çocuk yazar var mı?' diye.
Çocuklar için edebiyat... O zaman 'ilkokul çıkışlı altmışlıklar' edebiyatından niçin söz edilmesin? Bir 'dalgıçlar edebiyatı'ndan? Gerçekte bunlara da varım. Ama bir 'çocuk edebiyatı'na, yoo!
Edebiyat vardır. Çocuklar da ondan kendilerine göre koparabildiklerini alırlar. Çocuğu küçümseme yatıyor 'çocuk edebiyatı' sözünde. Bırakalım, çocuk da yüzmeyi (okuma yazma) öğrendikten sonra bizim girdiğimiz denize girsin.
Bilginin çocuklara ayrı bir aktarılış biçimi olabilir.Olmalıdır. Ama 'çocuk Süleymaniyesi'ni kabul edemem. Kahramanı çocuklar olan romanlar vardır. Ama niçin çocuk romanı olsun? Çocuk politikası var mı? Çocuk belediyesi?
İnsanlık tarihinde çocukluğun tarihi de yeni sayılır. Yeni hayat serüveni içinde, çocuklara gerekmeyen yerlerde de, ayrı işlemler uygulama. Wilhelm Reich çocukları nasıl sömürdüğümüzü, onlara her yönden nasıl bir zindan ve kölelik hayatı yaşattığımızı uzun uzun anlatır yapıtlarında. Erkekler, kadın kölelerine, onların da köleleri olduğunu anlatmak için çocukluğu kurdular.
S. Firestone, Ortaçağ'da çocukluk diye bir kavramın geçerli olmadığını söyler. Ne çocuk giysileri vardır o çağda, ne oyuncaklar, ne de çocuk konuşması. Bütün bunları büyük bir sapkınlık olarak niteler ve daha çok Rönesans'tan sonra ortaya çıktığını ekler, önceleri çocuklar 'küçük boy'insanlardı; çıraklar da onlardı, hizmetkarlar da...
Çocuk henüz 'ekmek' diyemiyor da 'epe' diyorsa, ona kalkıp 'epe' diye söz etmeyelim ekmekten. O zaman 'epe'den ekmeğe geçim süreci uzar, ya da hiç değilse, biz uzamasını istiyoruz demektir. Çocuk edebiyatı budur.
Hele günümüzdeki gibi adamakıllı özelleştirilmiş; karışık biçimleri, tecimsel kuralları bulunmak istenmiş bir çocuk edebiyatı. İnsanın daha başlangıçta aşağılanması...
Günümüzde ilkokulu yeni bitirmiş 11 yaşında bir çocuğa özel liselerin, Anadolu liselerinin sınavları için yükletilen kökenli, karmaşık bilgileri düşünüyorum. Bir yerde bilgi olmaktan çıkmışsa da, çocuk bilgileri mi bunlar? Bunları öğreneceğine güvenilen kişi niçin Çehov'u, Sait Faik'i anlayamasın."

Cemal Süreya'nın Çocuk edebiyatıyla ilgili düşünceleri böyle. Yoruma fazlaca açık...
Tanzimat'tan günümüze çocuk edebiyatının, edebiyatımızda yeri var. Kabul edip bu alanda eserler kaleme alan yazarlarımız olduğu gibi Cemal Süreya'nın savunduğu gibi düşünerek bu alana kabul etmeyen yazarlarımız da var. Böyle bir alanın çocukları küçümsemek olduğunu savunuyorlar. Çocukların idrak potansiyelinin hafife alındığını düşünüyorlar.

Günümüzde Çocuk edebiyatı ürünleri ve yazarları kabul edilmiş durumda. Anlatımı çocuklaştırmadan dünyaya çocukların gözüyle bakan ve onlara farklı pencereler açan bütün eserler ve yazarlar başımıza taç olsun. Toplumun ancak bireyle düzelebileceğine ve bireyin gelişmesinde de çocukluk kazanımlarının etkili olacağına inanan ve güvenenlerin de sayıları çoğalsın.

Sevgiyle...


29 Eylül 2017

KİTAP EYLEMİ ÇEKİLİŞ HEDİYEM :)

Şans bana 'merhaba' dedi...

İlk kez bir çekilişin kazananı ben oldum.
Çok güzel bir duyguymuş :) 

Kitap elime ulaştı...Kitaba göz atayım derken galiba okumaya başladım. Aslında sırada beklemesi gerekiyordu. Bekleyemedim. Ve hali hazırda okumaya başladığım üç kitabım varken; dördüncü olarak eklendi. Olsun. Hepsinin okunacak zaman dilimleri farklı oluyor nasıl olsa:)
Fazile Aşar Aydınalp'in 'AZADE' isimli kitabı.
Okuduğum kadarıyla oldukça duygu yüklü bir kitap. Beşeri aşk ve ilahi aşk iç içe. Ara sıra zoraki yazılmış cümleleri hissetsem de geneli iyi gidiyor gibi. 
Kitap Eylemi arkadaşımızın kitapla ilgili yorumlarına buradan bakabilirsiniz.

Benim için ilk olması sebebiyle bu çekiliş ve kitabın önemi ayrı olacak. Hediyeleşmek zaten çok güzel. Ama uzaklardan gönderilmiş bir kitap ve kitabın arasına iliştirilmiş güzel dileklerin yer aldığı bir not çok daha güzel. 

Kitap Eylemi arkadaşıma tekrar teşekkür ediyorum...


26 Eylül 2017

Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi

"- Çocuklar için yazmak. Yazarsın.
Yalnız şunu unutma:
Çocuklar her şeyi anlar.
Her şeyden söz edebilirsin onlara.
Enflasyondan bile.
- Bilgiçlik taslayan şeyler yazma.
Daha içten ol. Serüvenlerden düşlerden söz et.
Söz gelimi, lacivert ipek helikopterler uçsun yazılarında.
Bilgi de ver.
- Senin işin onlarda okuma tadı yaratmaya çalışmak. "

Arka kapak yazısından...

Geçtiğimiz günlerde kitapçıda bir ayıbımla karşılaştım. Çocuk kitapları bölümünde, kitapları incelerken elime aldığım kitapta Cemal Süreya adını gördüm. Gözlerim açıldı,yüzüm kızardı. Cemal Süreya'nın çocuklar üzerine yazılar yazdığını hiç duymamıştım, bilmiyordum...
Kitabı aldığımdaysa haklı olduğumu düşündüm. Çünkü Cemal Süreya için çocuk yazıları yazmak kısa bir serüven olarak kalmış. Kendi ifadesiyle Orhan Alkaya'nın isteği üzerine Çocukça dergisinde çocuklar için yazmaya başlamış. Ancak sadece 12 yazı yazabilmiş. Günler adlı yapıtında; işe ilk başladığı günlerde çok zorlandığını sonra ise büyük zevk aldığını ancak bu işten kovulduğunu ifade ediyor.
Dergide ona verilen sütunun adı "Aritmetik İyi, Kuşlar Pekiyi"
Elimdeki kitap da bu başlıkla derlenmiş ve yayınlanmış. 
Kitapta Çocukça dergisinde yazdığı 12 yazı bulunuyor.
Hepsi de çok eğlenceli...
Yazılardan Cemal Süreya'nın aslında bu işi ne kadar ciddiye aldığı anlaşılıyor. Her yazısında sıkıştırılmış, aralara serpiştirilmiş bilgiler bulunuyor. "Çocuklar her şeyi anlar" düşüncesini kendisine düstur edinmiş belli ki... Küçük Prens'ten Robinson'a; ismin hallerinden ülkemizdeki illere; Napolyon'dan taş kömürüne; Ahmet Haşim'den Behçet Necatigil'e, Oktay Rıfat'a... birçok göndermeler yapmış yazılarında.
Dergiden neden kovulmuş bilmiyorum ama devam etse çok daha güzel şeyler olabilirmiş. Bazı yazılarda bu tarzın acemiliğini yaşadığını ve zorlayarak ortaya bir şeyler çıkarmaya çalıştığını anlayabiliyoruz. Yine de çok keyifli, farklı bir tarz...

Renkler Ölmüyordu başlıklı yazısından bir kesit:
"Bir şey artık ağır gelmiyorsa ya da daha az ağır geliyorsa, o nedir bilir misiniz? Yaşama sevincidir.
Çocuk adımlarını sıklaştırdı.
Bir köpek kuyruğunu sallıyordu. Bir pencerede yan yana çiçek saksıları vardı.
Bir adam, çocuk arabasından bozularak yapılmış yürür tezgahında ev gereçleri satıyordu:'ne alırsan 100 liraya...'
Düşündü çocuk :'Ne kadar sevgin varsa, o kadar iyi yaşarsın' gibi bir cümle geldi aklına. Bir yerde mi okumuştu. Hay Allah nerde okumuştu bu cümleyi?
Hava soğuktu. Ama renkler kolay kolay ölmüyordu.
Solan çiçeklere ne diyelim? "


Altı çizili olan kısımlarda ne kadar da şair öyle değil mi???

Böylesine güzel kalemler iyi ki bu dünyadan geçtiler...

Sevgiyle...




22 Eylül 2017

Ablalar çok sever...

Odaya hakim olan kahve kokusu,
belli ki yalnızım...
Kahveyi yalnızken severim,
sakinlik varken, 
ya okuyor,
ya düşünüyor,
ya da yazıyorken.

Bütün alıcılarım açık 
Bütün duyularım çaba içinde...
Ekrana bakan gözler,
klavyeye dokunan parmaklar,
kahvenin kokusu,
neredeyse soğumaya yüz tutmuş tadı,
kısık sesli melodiler...
En sevdiklerim sıraya girmiş birbiri ardına 
notalarla ayrı sözlerle ayrı vuruyorlar yüreğime...

İçimde hayalleri yarım bırakılmış bir ay yüzlüye karşı duyduğum hüzün var...
O hüznü dağıtmaya çalışan çabalarım var...
Haksızlıklara karşı isyan edesim var...
Bencillere, hak yiyenlere,kıymet bilmeyenlere sövesim var...
Telefonda değil de sarılırken 'üzülme' diyesim var...
Kalk kardeşim mutsuzluk senin için yazılmadı,
Umut kokan saçlarını okşayasım var...
Yanında olamayışıma sızlanasım var...
Avucumda biriktirdiğim sevinçleri üzerinden dökerken
kahkahalarını duyasım var...

Yok yok bu hep böyle değil,
geçecek elbet,
senin göz bebeklerinde kelebek var...



***Ablalar çok sever, uzaktaki ablalar daha çok sever...

Fonda Sabahat Akkiraz 'değme felek değme telime benim...'demeseydi bu satırlar olmayacaktı...

Sevgiyle...






18 Eylül 2017

DÖRT NALA KOŞAN ŞEHİR








Van-Edremit...
Üzülerek geldiğim şehir ve şans eseri yerleştiğimiz ilçesi...
Zaten dalgalarının kıyıya vuruşundan, ağaçlarının cömertçe sunduğu havasından, hiç üşütmeyen karından, bahardaki çiçek kokularından belliydi, hak ettiğin değeri elbet görecektin...
Önceleri sahil şeridine indik sık sık; şükür dedik gölün kenarında bulunan bu mekanlar ne güzel bir imkan bizim için...
Sonra bu mekanlar daha da düzenli, özenli hale getirildi ve herkes için seçenek çoğaldı.
Sahil şeridi genişletildi, halka açık piknik alanları yapıldı... Pek çok kişi neredeyse cebinde taşıdığı semaverini çıkarıp göl manzarasında tavşan kanı çayını yudumladı...
Derken bir haber duyuldu Edremit'te halk plajı açıldı diye... 
Halk biziz dedik...koştuk gittik gördük...
Gidip gördüğümüz ne iyi oldu. kısa gelen tatili bir nevi devam ettirdik...
Halk plajı yolunda bir de tabelalar gördük.
 "OLİMPİK BİNİCİLİK MERKEZİ"
 ok işaretleriyle yol gösteriyorlar...Tövbeee...
"At Çiftliği" falan yazsalar neyse...Van'dayım; Edremit'te...Yol kenarlarında kanallardan oluk oluk sular akan yemyeşil köylerden geçiyorum...Olimpik binicilik merkezi diyor...
İlk fırsatta gidiyoruz...O mis köylerden geçerek...köylerdeki tabelaları takip ederek...
Kocaman bir alan...sonra öğrendim beş bin metrekarelik bir alanmış...
Otopark...Çocuk parkı...sıralamamızdan sonra açık, topraklık alanı seyrederek kafeterya kısmına giriyoruz. 
Bizi hoş bir koku karşılıyor...Zamanla alışıyoruz tabi...
Teras kısmı da var. Biz oradan seyrettik biraz, aşağıda olup biteni...Oğlumun neşe çığlıkları eşliğinde...
Zaman geçtikçe durduramadık tabii. Aşağı inme imkanımızın olup olmadığını sorduk ve çalışanların ilgisi, yardımı ile çok güzel dakikalar yaşadık. 
Yardımcı abimizin peşine takılıp bu sefer de "tavla'ya gider" yazılarını takip ettik...İlerledikçe daha da yaklaşan kokulardan tavlanın neresi olduğunu anladık...
Ahırdı yani...At ahırı...
Görevliler bize tek tek atları tanıttı, gösterdi...Karakterleriyle ilgili bilgiler verdiler...


Uysal olanları sevme imkanımız oldu... 
Oğlumun mutluluğu, coşkusu nirvanaya ulaşsa da ata binme konusunda onu ikna edemedik. Çünkü ekürisi yanında olmayınca çok hırçınlaşan ve sürekli kişneyen bir zirzop at vardı ahırda. Ona bakamadık bile...
Ata binip yardımcılar eşliğinde alanda gezinti yapılmasının yanısıra bu merkezde binicilik eğitimi de veriliyor. 
At konusunda oldukça yüklü değerlerle dolu bir toplum olduğumuz ve sözde verdiğimiz önem açısından bence çok yerinde bir hizmet...
 Aşk-ı Memnu'da gidilen kulüplerden değil. Halka açık. Hem de olimpik. Hem de göl manzaralı.
Evet üzülerek geldiğim şehir beni şaşırtmaya; oğlumun çok güzel çocukluk anıları biriktirmesine; bizi kendine bağlamaya devam ediyor. 
Yazın plaj keyfi, kışın kayak keyfi, can sıkıntısında binicilik merkezi, kedi evi; her daim göl manzaralı semaver keyfi... 
Çok güzel...
Daha önce de dediğim gibi inanmazsanız gelin görün:)
Sevgiyle...