18 Nisan 2018

Sen Başlattın OBLOMOV!


Oblomov'un sanat hali:
İvan Gonçarov'un 19. yy Rusya'sını soylu bir karakter üzerinden işleyerek okurlarla buluşturduğu eseri. 1859' da ilk kez yayınlanan kitap o dönemde ve daha sonraki dönemlerde oldukça fazla ilgi görmüş. Oblomov' a bir dönem romanı diyebiliriz. Romana ismini veren karakter üzerinden dönemini açık bir şekilde eleştirmiştir Gonçarov.
Kahraman Oblomov, birlikte yaşadığı uşağı, çok güven duyduğu dostu, karşılık bulduğu ancak kendisine tahammül göstermeyen aşkı...Burjuva, toprak zenginliği, kayıtsızlık, duyarsızlık, hayalperestlik, duyarsızlık, umursamazlık, isteksizlik ve bütün bunların yoğun bir miskinlikle buluşup bir bedende toplanmış hali Oblomov.
Köyden kente göçüp topraklarının gelirleriyle kentte ufak bir dairede uşağıyla birlikte yaşayan, git gide kendini bitirme yolunda ilerleyen Oblomov'un sürekli işleyen beyni ve hiçbir şey yapmayan bedeninin çatışmaları bizler için ibretlik. Onu hayatın içine katmaya çalışan kendisiyle tamamen zıt karakterde olan dostu Ştoltz ve hayatının belli bir kesitine sadece ufak bir kıpırdanma getiren aşkı Olga. Oblomov'un miskinlikten dolayı sadece dairesinde hatta neredeyse yatağında geçen hayatı ve etrafında yaşananlar...

Oblomov'un hastalık hali:
Gonçarov'un 1800'lü yıllarda odasından çıkmayan silik bir karakter yaratırken bu karakterin yüzlerce yıl sonra bile farklı toplumlarda yaşayacağı aklına gelmiş miydi acaba?
Oblomov, başlangıçta zengin biri. Toprak zengini, çalışarak para kazanmaya ihtiyacı olmayan birinin tembel olması; rahatlık ve keyif içinde yaşaması normal bir durummuş gibi geliyor aslında. Ama durumun iç yüzü böyle değil...
Amaç sadece para kazanmak olmasın. Oblomov'un tembelliği her yönde. Öyle ki kıyafetlerini bile uşağının yardımıyla giyip çıkarma aşamasına kadar geliyor. 
Aslında açıklamalar Oblomov'un tam bir atalet hali içinde olduğunu söylüyor. Yani durağan, hareketsiz, tembel, ağırkanlı, yılgın...Üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi.
Ancak Oblomov'u ilginç kılan basit, yüzeysel, düşüncesiz tembelliği değil. Bunun tam tersi...O çok düşünüyor...Hem de çok çok çok...Öyle ki düşüncelerin içinde kalıp patinaj yapmaktan uygulamaya istek ve enerji bulamıyor. İçinde bulunduğu durumun farkında; bu durumdan kurtulmak için yapabileceklerinin de farkında. Yapacaklarını düşünüyor, etrafındakilerin yapacaklarını düşünüyor, kendisinin başka neler yapabileceğini düşünüyor, yapsa nelerin değişmeyeceğini, bir şeyi yaparsa kendisini ne kadar yoracağını düşünüyor...Sonra bunları başa alıp tekrar düşünüyor...Düşünüyor ama ilerleyemiyor. Ruhu sürekli bir şeyler yapmakla yan gelip yatmak arasında gidip geliyor. Oysa bu iki durum arasında bir tercih yapmıyor ve kayıtsız kalmayı tercih ediyor. Her şeye karşı kayıtsızlık...
Ştolts, oldukça hırslı arkadaşı sık sık onu motive etmeye, üzerindeki ölü toprağını atmasına yardım etmeye çalışsa da çabaları boşa çıkıyor. Onun söylediklerini anlar, yapmak ister ama hiçbir zaman yapmaz. Arkadaşını bir kır gezisine bile ikna edemeyen Ştolts onun bu durumuna 'Oblomovluk' adını verir.
Gonçarov'un yarattığı Oblomov ve bizlere miras bıraktığı Oblomovluk!
Her şeyin farkında olma durumu ve başlangıç için bir adım bile atmama durumu. Yapılacakların planını projesini belirlemekle enerjiyi yok etme hali. Dermansızlık, umutsuzlukla, kayıtsızlıkla iç içe..
Oblomov nerede mi? Her yerde, etrafımızda, yakınımızda, biz, sen, ben...
Hala yaşıyor, yaşatıyoruz...
İyi bir kariyer istiyoruz, yapılacaklar belli...düşün, düşün ...adım yok!
Kilo vermek istiyoruz, yapılacaklar belli...düşün düşün adım yok!
Sınava girilecek, yapılacaklar belli...düşün, düşün...adım yok!
Sosyal olmak, temiz olmak, güzel yemek yapmak, kitap okumak, mutsuzluktan kurtulmak...bir sürü bir sürü istek ve yapılacaklar...Hepsinin düşüncesiyle yorulmuş, kararsızlıklar arasında kaybolmuş bizler. Ortaya çıkan bahaneler...
Oblomov bir karakter, beni oldukça etkiledi. Bizler varız, burdayız...
Günümüzde, toplumumuzda Oblomovluk diye bir hastalığın var olduğunu düşünüyorum. 
Bizleri de sarıp sarmalamadan kurtuluruz umarım...
Ştolts'un dediği gibi :" Şimdi ya da hiçbir zaman
Güzelliklere adım atalım...

Sevgiyle...


Not: Sevgili Yurdagül Hanım da bizi bu ataletli ruh halleri ve bu hallerden kurtulma yollarıyla ilgili bilgilendirirse çok sevinirim.

10 Nisan 2018

Daldan Dala Atlama Yazısı #3

Selam!
Hali hazırda nisandan da on gün tüketmişken bir ses vereyim istedim. Yazacak hem çok şeyim var hem de hiçbir şeyim yok gibi. En güzeli, beni rahatlatan bu beyin geçişlerimle dolu yazı dizime bir tane daha eklemek olacak sanırım. 
Buralara iyiden iyiye bahar geldi. Ağaçlar çiçekli, yerlerde yeşillikler var. Dışarı çıkarken üstümüze ne alacağımızı da bilemediğimize göre tam bir bahar yaşıyoruz. Hani güneş gören yerlerde terleyip, gölgelerde buz kestiğimiz havalar. Eşimin de alerjisi başladığına göre hoş geldin bahar...
Üstümde bir ağırlık, beynimde, vücudumda bir kilitli olma hali...Bir kararsızlıklar yumağı...Arafta kalmış gibi savrulup gitme durumu...Pek de iç açıcı bir vaziyette değilim yani...Şimdi ben bu durumu da bahara yüklerim aslında da, yapmıcam...hep benden ötürü :)
Geçecek inşallah bu gel gitler...

Hiç kitap okumadım, hiç film izlemedim...Biraz yoğunlaştırılmış bir şekilde edebiyat çalışıyorum...Bir nevi bilgileri güncelleme yapıyorum. Edebi şahsiyetlerle boğuşuyorum...Hey hat! Kimler gelmiş kimler geçmiş...Yeni öğrendiğim detaylar işi biraz daha cazip hale getiriyor. Bazen resmen içim daralsa da kelimelerin büyüsü; sanatın, sanatçıların sunduğu estetik bakış açısı beni tekrar içine çekiyor. 

Günler otuz yaşımdan sonraki her gün gibi jet hızıyla bitiyor. Aaa kahvaltı yapacaktık derken gece oluyor sanki. Öyle bir hız. Bu hızda giderken Poyraz büyümese pek takılmıcam aslında. Ama bu döngünün içinde giderken onun her hangi bir evresini kaçırmaktan korkuyorum. 
Evimizde artık sürekli bir sohbet hali var. Küçük bey neredeyse her konuda bizimle konuşabiliyor. Onun hayal dünyasını aktarışı, kelimeleri telaffuz ediş şekli, 've, ve de' diye diye uzattığı bitmek bilmeyen cümlelerini dinlemek ve onu izlemek çok güzel. 'yeni bir bilgi öğreticem' diyerek yaptırıyorum isteklerimi!:) Anneler de rüşvet verir bazen. 
Şu sıralar hayat biraz böyle devam ediyor. Edebiyat, Poyraz, bahar ve eşim tabi ki :)Şükür elbet.

Haberler ve gündem genelde olduğu gibi iç karartıcı, umut yıkıcı...Savaşlar, ihanetler; hırslar...İnsanoğlunun bitmek bilmeyen yarışı, bir türlü gözü doymayanların mücadelesi...
En son aklımda kalan ve beni oldukça üzen, hayrete düşüren Osmangazi Üniversitesinde yaşananlar mesela. Bir araştırma görevlisinin dört üniversite personelini öldürmesi...Ne acı! Ne zaman bu hale geldik ki! İnsan bu yaşananların faturasını kime kesecek acaba? Kendini bilmeyen, kendini tanımayan, merhametini çürütmüş insan günah keçisi olarak hep mi şeytanı seçecek kendisine?

İşte yaşananların içinden hiç etkilenmemiş rolüyle çıkıp rutin yaşantımıza devam ediyoruz. 

Ezgi'nin başlattığı meydan okumaya da devam etmeye çalışıyorum bu arada. Ama motiflerim biraz büyüdü sanki; birkaç güne sarkabiliyor :)) 

Belli bir süre sesim çıkmıyor diye aklına düştüğüm arkadaşlarıma hal hatır sordukları için çok teşekkür ediyorum. Beni çok farklı bir aile hissine sokup duygulandırdılar... Bazı mim yazılarında beni mimleyen arkadaşlarıma da çok teşekkür ediyorum. İlk fırsatta yazıcam inşallah onları da...

Bir türkü var ya hani 'yazın yağar kar başıma...' diye...Sakın melankolik dönemlerinizde dinlemeyin  :) İster istemez bütün dünya yıkılıyor ve siz altında kalıyorsunuz. Ben artık Beethoven, Chopin falan dinliyorum :) oohh bir dinginlik...

Son bir şey, Asaf Halet Çelebi'yle:
'İbrahim
İçimdeki putları devir
Elindeki baltayla...'

Derin anlamlar taşır, şiirin tamamını okumayı size bırakıyorum.

Görüşmek üzere...
Sevgiyle...