21 Ekim 2018

Ah Tamara!

İki genç,iki aşık...
Biri Vanlı bir çoban diğeri Ermeni bir keşişin kızı Tamara...
Rivayet o ki öyle bir aşk yaşamışlar ki efsaneleşen aşkları bir adaya isim olmuş.
Birbirlerini çılgınca seven iki gencin aşkları önünde hiçbir engel duramıyormuş. Bu durumdan fazlasıyla rahatsız olan baba; çareyi, kızını adada bulunan bir manastıra kapatmakta bulmuş. Ancak işler hiç de düşündüğü gibi gitmemiş. Tamara ve çoban görüşmeye devam etmiş. Tamara her gece dışarı çıkıp elinde fenerle yerini belli ediyor, çoban da kıyıdan onun bulunduğu yere doğru yüzüyormuş. Kar,kış,soğuk,sıcak demeden böyle devam etmiş. Her gece buluşup gün doğana kadar birlikte oluyorlarmış. Gün doğunca çoban tekrar kıyıya yüzüyormuş. Nihayetinde bu durumu Tamara'nın babası öğrenmiş. İşte efsaneleşen aşkların orta yerinde bulunan zalimlerden olma sırası Tamara'nın babasına gelmiş...Bir gece el fenerini alıp kıyıya doğru tutmuş. İşareti alan çoban hemen suya atlamış ve ışığın geldiği yöne doğru yüzmeye başlamış. Fakat ışık yer değiştirmiş, çoban da yönünü değiştirmiş. Fenerin ışığı tekrar yer değiştirmiş, tekrar değiştirmiş, tekrar, tekrar...Çoban da ışığa göre sürekli yön değiştirmiş ve en sonunda gücü tükenmiş...Van Gölü'nün soğuk sularında can verirken genç aşığın haykırışları her yerden duyulmuş: Ah Tamara! Ah Tamara!!


Şu an Van Gölü'nün ortasında boncuk gibi duran, efsanesiyle, barındırdığı kültür mirasıyla Van'ın en değerlilerinden biri Akdamar Adası, efsanesine göre Ahtamar Adası.Yukarıda bahsettiğim adanın anlatılagelen efsanesi. Eksiği, fazlası, farklı varyantları elbette mevcut. Ancak halkın hafızasında yer etmiş hali bu şekilde.
Van Gölü, deniz olarak anılma namına yaraşır bir şekilde içinde birçok ada barındırıyor. Akdamar Adası da onlardan biri. En çok bilineni, en çok ziyaret edileni. Yerli ve yabancı pek çok turisti kendine çeken oldukça geniş bir ziyaretçi yelpazesine sahip.

Adayı bu denli meşhur ve gözde yapan şey adaya inşa edilmiş olan bir Ermeni Kilisesi. 7. Yüzyılda inşa edilmiş olan Surp Haç Kilisesi belli dönemlerde ibadete açılmış ve kapatılmış. Yakın tarihte 2010-2015 yılları arasında ibadete açıkmış ancak 2015 yılında güvenlik gerekçesiyle tekrar ibadete kapatılmış. Ta ki 2018 eylül ayına kadar. Evet bu sene 9 Eylül tarihinde oldukça fazla katılımcıyla ilk ayinleri yapılıp tekrar ibadete açıldı.


Akdamar Adası Van'ın Gevaş ilçesine bağlı. Adaya ulaşmak için en kısa yolculuk Gevaş'tan hareket eden tekneler sayesinde oluyor. Şehrin farklı yerlerinden tekneyle adaya ulaşmak elbette mümkün. Tekne ücretleri Gevaş'tan gidiş dönüş 15tl. adaya giriş ise 10 tl. Adanın içinde küçük bir kafe var. Muhteşem manzaraya karşı semaver keyfi yapmak isteyenler için güzel bir imkan.

Yaz aylarında adadan göle girenler oluyor. Su oldukça temiz ve güzel görünüyor. Göl ve şehir manzarasının tadını çıkarmak isteyenlerin de adada oldukça fazla tırmanmaları gerekiyor. Fotoğraf çekimi için gelenler de fazlaca oluyor, seyir terası kısmından manzarayı,tarihi doku için kiliseyi, doğal ortam için badem ağaçlarını,gölün taşlı ve berrak suyunu bir arada bulmak büyük bir şans oluyor.
Doğal güzelliklere ve kültürel miraslara saygı duyulması; hepsine değer verilmesi dileğiyle...

5 Ekim 2018

Ultra Ultra Ultra Her Şey Dahil

Yaz başında herkeste farklı heyecanlar, farklı kıpırdanmalar, farklı telaşlar başlıyor. Sıcaktan bunalacağını sürekli veryansın edeceğini bile bile nedense pek çok kişi tarafından özlemle ve büyük bir hevesle karşılanıyor yaz mevsimi. Şahsen ben öyle yapıyorum. Belki yazın izin, tatil, gezme konularıyla özdeşleştiği için bu izlenimi veriyordur insanlara bilemiyorum. Pek çok kişide gezilecek, görülecek yerler listesi; bu yerleri sıraya koyma telaşı. Zaman planlaması, maliyet hesaplaması. Ve yazın bütün anlamının yüklendiği, hemen herkesin tek amaca yönelir hale geldiği tatil! Hani, "bütün yıl çalışıyoruz, şöyle ayaklarımızı uzatıp bir hafta tatil de mi yapmayalım?" cinsinden tatil. Yaz mevsiminin odak noktası, mutlulukta ve keyifte nirvanaya ulaşılacağı düşünülen o bir hafta...
Güneş azıcık parlamaya başladığı andan itibaren tatil düşüncesi olanlar kendilerini turizm sektörünün geleni kapan kollarına bırakıyor. Hatta yok yok bu işe kıştan başlayanlar var. Sadece bir hafta yapacakları tatil mekanını bulmak için aylarını harcayanlar var. Kendimden biliyorum. 
Otel mi,tatil köyü mü, pansiyon mu? Oda mı, oda kahvaltı mı, yarım pansiyon, tam pansiyon, her şey dahil, ultra her şey dahil, ultra, ultra, ultra bir şeyler işte... Peki hangi şehir, peki hangisi...
En temizi, yemekleri en iyi olanı, havuzu çok olanı, saunası, masajı, hamamı olanı...Çocuk parkı, animasyon gösterileri, otel içinde doktoru...Pekii en kaliteli hizmeti en uygun fiyata sunan tesis hangisi?? Tesisi bulunca zor olan kısım bitiyor. Ama düşünceler ve karar verme...Asla! Oda kaçıncı katta olacak, kara manzaralı, deniz manzaralı, yandan deniz manzaralı, ortadan havuz manzaralı...Buna da karar verince bitti artık. Beklemek gerek, o bir haftada hiç bir aksilik çıkmamalı, hasta olunmamalı, herkes sadece mutluluğa odaklanmalı.
Ve artık zamanı gelen, mutlulukla, eğlenceyle geçmesi gereken bir hafta. Tesiste harika bir karşılama, elinde tesis programının listesi. Odaya yerleşme ve yarııışş...
O bir hafta yemek saatlerine yetişme ve mekanlarına ulaşma mücadelesiyle, havuz başında şezlong kapma mücadelesiyle, düzenlenen etkinlikleri kaçırmama endişesiyle geçen, sadece bu kadarıyla geçse en masum haliyle kalacak olan bir hafta...Kalabalıktan havuzda birbirine çarpıp pardon diyenler olmuş. Ruslarla sıkma tatlısı kuyruğunda bekleyenler olmuş. Akşam yemeğinde masa bulamayanlar olmuş. Rusça bilmediği için Türkiye'deki herhangi bir otelde yapılan animasyon gösterilerinden hiçbir şey anlamayanlar olmuş. Yiyecek çeşidinin bol ancak yiyecek hiçbir şeyin olmadığı otellerde çocuğunu doyuramayanlar, kendisi de aç kalanlar olmuş. Gecesine 500 tl verdiği otelde 1 liralık çubuk krakerle karnını doyuranlar olmuş. Havuzdan kaptığı mikrop ya da yemekler yüzünden çocuğu hasta olanlar olmuş. Çocuğuna üzülürken ondan daha beter hasta olanlar da olmuş. Fazla ücret ödeyerek tuttuğu deniz manzaralı odasının balkonuna yarasalar yüzünden çıkamayanlar olmuş. Pek çok şey yaşayanlar olmuş bu bir haftalık gözde tatil sürecinde. Birilerinin onu doyurmasını, animasyonlarla eğlendirmesini bekleyen bazıları ne doymuş ne de eğlenmiş. 
Çıkışta otelin bütün yıldızlarını gözünden kaydırmış.
Bir daha mı tövbee demiş...
Evine gidip ultra ultra ultra salçalı bir makarna yemiş.
Duydum yani ben😏

18 Nisan 2018

Sen Başlattın OBLOMOV!


Oblomov'un sanat hali:
İvan Gonçarov'un 19. yy Rusya'sını soylu bir karakter üzerinden işleyerek okurlarla buluşturduğu eseri. 1859' da ilk kez yayınlanan kitap o dönemde ve daha sonraki dönemlerde oldukça fazla ilgi görmüş. Oblomov' a bir dönem romanı diyebiliriz. Romana ismini veren karakter üzerinden dönemini açık bir şekilde eleştirmiştir Gonçarov.
Kahraman Oblomov, birlikte yaşadığı uşağı, çok güven duyduğu dostu, karşılık bulduğu ancak kendisine tahammül göstermeyen aşkı...Burjuva, toprak zenginliği, kayıtsızlık, duyarsızlık, hayalperestlik, duyarsızlık, umursamazlık, isteksizlik ve bütün bunların yoğun bir miskinlikle buluşup bir bedende toplanmış hali Oblomov.
Köyden kente göçüp topraklarının gelirleriyle kentte ufak bir dairede uşağıyla birlikte yaşayan, git gide kendini bitirme yolunda ilerleyen Oblomov'un sürekli işleyen beyni ve hiçbir şey yapmayan bedeninin çatışmaları bizler için ibretlik. Onu hayatın içine katmaya çalışan kendisiyle tamamen zıt karakterde olan dostu Ştoltz ve hayatının belli bir kesitine sadece ufak bir kıpırdanma getiren aşkı Olga. Oblomov'un miskinlikten dolayı sadece dairesinde hatta neredeyse yatağında geçen hayatı ve etrafında yaşananlar...

Oblomov'un hastalık hali:
Gonçarov'un 1800'lü yıllarda odasından çıkmayan silik bir karakter yaratırken bu karakterin yüzlerce yıl sonra bile farklı toplumlarda yaşayacağı aklına gelmiş miydi acaba?
Oblomov, başlangıçta zengin biri. Toprak zengini, çalışarak para kazanmaya ihtiyacı olmayan birinin tembel olması; rahatlık ve keyif içinde yaşaması normal bir durummuş gibi geliyor aslında. Ama durumun iç yüzü böyle değil...
Amaç sadece para kazanmak olmasın. Oblomov'un tembelliği her yönde. Öyle ki kıyafetlerini bile uşağının yardımıyla giyip çıkarma aşamasına kadar geliyor. 
Aslında açıklamalar Oblomov'un tam bir atalet hali içinde olduğunu söylüyor. Yani durağan, hareketsiz, tembel, ağırkanlı, yılgın...Üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi.
Ancak Oblomov'u ilginç kılan basit, yüzeysel, düşüncesiz tembelliği değil. Bunun tam tersi...O çok düşünüyor...Hem de çok çok çok...Öyle ki düşüncelerin içinde kalıp patinaj yapmaktan uygulamaya istek ve enerji bulamıyor. İçinde bulunduğu durumun farkında; bu durumdan kurtulmak için yapabileceklerinin de farkında. Yapacaklarını düşünüyor, etrafındakilerin yapacaklarını düşünüyor, kendisinin başka neler yapabileceğini düşünüyor, yapsa nelerin değişmeyeceğini, bir şeyi yaparsa kendisini ne kadar yoracağını düşünüyor...Sonra bunları başa alıp tekrar düşünüyor...Düşünüyor ama ilerleyemiyor. Ruhu sürekli bir şeyler yapmakla yan gelip yatmak arasında gidip geliyor. Oysa bu iki durum arasında bir tercih yapmıyor ve kayıtsız kalmayı tercih ediyor. Her şeye karşı kayıtsızlık...
Ştolts, oldukça hırslı arkadaşı sık sık onu motive etmeye, üzerindeki ölü toprağını atmasına yardım etmeye çalışsa da çabaları boşa çıkıyor. Onun söylediklerini anlar, yapmak ister ama hiçbir zaman yapmaz. Arkadaşını bir kır gezisine bile ikna edemeyen Ştolts onun bu durumuna 'Oblomovluk' adını verir.
Gonçarov'un yarattığı Oblomov ve bizlere miras bıraktığı Oblomovluk!
Her şeyin farkında olma durumu ve başlangıç için bir adım bile atmama durumu. Yapılacakların planını projesini belirlemekle enerjiyi yok etme hali. Dermansızlık, umutsuzlukla, kayıtsızlıkla iç içe..
Oblomov nerede mi? Her yerde, etrafımızda, yakınımızda, biz, sen, ben...
Hala yaşıyor, yaşatıyoruz...
İyi bir kariyer istiyoruz, yapılacaklar belli...düşün, düşün ...adım yok!
Kilo vermek istiyoruz, yapılacaklar belli...düşün düşün adım yok!
Sınava girilecek, yapılacaklar belli...düşün, düşün...adım yok!
Sosyal olmak, temiz olmak, güzel yemek yapmak, kitap okumak, mutsuzluktan kurtulmak...bir sürü bir sürü istek ve yapılacaklar...Hepsinin düşüncesiyle yorulmuş, kararsızlıklar arasında kaybolmuş bizler. Ortaya çıkan bahaneler...
Oblomov bir karakter, beni oldukça etkiledi. Bizler varız, burdayız...
Günümüzde, toplumumuzda Oblomovluk diye bir hastalığın var olduğunu düşünüyorum. 
Bizleri de sarıp sarmalamadan kurtuluruz umarım...
Ştolts'un dediği gibi :" Şimdi ya da hiçbir zaman
Güzelliklere adım atalım...

Sevgiyle...


Not: Sevgili Yurdagül Hanım da bizi bu ataletli ruh halleri ve bu hallerden kurtulma yollarıyla ilgili bilgilendirirse çok sevinirim.

10 Nisan 2018

Daldan Dala Atlama Yazısı #3

Selam!
Hali hazırda nisandan da on gün tüketmişken bir ses vereyim istedim. Yazacak hem çok şeyim var hem de hiçbir şeyim yok gibi. En güzeli, beni rahatlatan bu beyin geçişlerimle dolu yazı dizime bir tane daha eklemek olacak sanırım. 
Buralara iyiden iyiye bahar geldi. Ağaçlar çiçekli, yerlerde yeşillikler var. Dışarı çıkarken üstümüze ne alacağımızı da bilemediğimize göre tam bir bahar yaşıyoruz. Hani güneş gören yerlerde terleyip, gölgelerde buz kestiğimiz havalar. Eşimin de alerjisi başladığına göre hoş geldin bahar...
Üstümde bir ağırlık, beynimde, vücudumda bir kilitli olma hali...Bir kararsızlıklar yumağı...Arafta kalmış gibi savrulup gitme durumu...Pek de iç açıcı bir vaziyette değilim yani...Şimdi ben bu durumu da bahara yüklerim aslında da, yapmıcam...hep benden ötürü :)
Geçecek inşallah bu gel gitler...

Hiç kitap okumadım, hiç film izlemedim...Biraz yoğunlaştırılmış bir şekilde edebiyat çalışıyorum...Bir nevi bilgileri güncelleme yapıyorum. Edebi şahsiyetlerle boğuşuyorum...Hey hat! Kimler gelmiş kimler geçmiş...Yeni öğrendiğim detaylar işi biraz daha cazip hale getiriyor. Bazen resmen içim daralsa da kelimelerin büyüsü; sanatın, sanatçıların sunduğu estetik bakış açısı beni tekrar içine çekiyor. 

Günler otuz yaşımdan sonraki her gün gibi jet hızıyla bitiyor. Aaa kahvaltı yapacaktık derken gece oluyor sanki. Öyle bir hız. Bu hızda giderken Poyraz büyümese pek takılmıcam aslında. Ama bu döngünün içinde giderken onun her hangi bir evresini kaçırmaktan korkuyorum. 
Evimizde artık sürekli bir sohbet hali var. Küçük bey neredeyse her konuda bizimle konuşabiliyor. Onun hayal dünyasını aktarışı, kelimeleri telaffuz ediş şekli, 've, ve de' diye diye uzattığı bitmek bilmeyen cümlelerini dinlemek ve onu izlemek çok güzel. 'yeni bir bilgi öğreticem' diyerek yaptırıyorum isteklerimi!:) Anneler de rüşvet verir bazen. 
Şu sıralar hayat biraz böyle devam ediyor. Edebiyat, Poyraz, bahar ve eşim tabi ki :)Şükür elbet.

Haberler ve gündem genelde olduğu gibi iç karartıcı, umut yıkıcı...Savaşlar, ihanetler; hırslar...İnsanoğlunun bitmek bilmeyen yarışı, bir türlü gözü doymayanların mücadelesi...
En son aklımda kalan ve beni oldukça üzen, hayrete düşüren Osmangazi Üniversitesinde yaşananlar mesela. Bir araştırma görevlisinin dört üniversite personelini öldürmesi...Ne acı! Ne zaman bu hale geldik ki! İnsan bu yaşananların faturasını kime kesecek acaba? Kendini bilmeyen, kendini tanımayan, merhametini çürütmüş insan günah keçisi olarak hep mi şeytanı seçecek kendisine?

İşte yaşananların içinden hiç etkilenmemiş rolüyle çıkıp rutin yaşantımıza devam ediyoruz. 

Ezgi'nin başlattığı meydan okumaya da devam etmeye çalışıyorum bu arada. Ama motiflerim biraz büyüdü sanki; birkaç güne sarkabiliyor :)) 

Belli bir süre sesim çıkmıyor diye aklına düştüğüm arkadaşlarıma hal hatır sordukları için çok teşekkür ediyorum. Beni çok farklı bir aile hissine sokup duygulandırdılar... Bazı mim yazılarında beni mimleyen arkadaşlarıma da çok teşekkür ediyorum. İlk fırsatta yazıcam inşallah onları da...

Bir türkü var ya hani 'yazın yağar kar başıma...' diye...Sakın melankolik dönemlerinizde dinlemeyin  :) İster istemez bütün dünya yıkılıyor ve siz altında kalıyorsunuz. Ben artık Beethoven, Chopin falan dinliyorum :) oohh bir dinginlik...

Son bir şey, Asaf Halet Çelebi'yle:
'İbrahim
İçimdeki putları devir
Elindeki baltayla...'

Derin anlamlar taşır, şiirin tamamını okumayı size bırakıyorum.

Görüşmek üzere...
Sevgiyle...



  

27 Şubat 2018

"SENİ SEN YAPAN SEVDİĞİN ŞEYLER" *mim*


Yine Ezgi'nin öncülüğünde yeni bir güzellik...Kendisi aklından ve kalbinden geçen güzellikleri bizimle paylaşarak hatta bu güzelliklere bizi de katarak mutluluk dağıtmayı çok iyi biliyor...Böyle güzel bir mim başlattığı için ve beni de mimlediği için çok teşekkür ediyorum..Ezgi'yi farklı bir açıdan da tanımak isterseniz onun yazısına buradan ulaşabilirsiniz.
Belli bir süredir benim de aklım biraz karışık, ruh halim depresifliğe yaklaşmışken bu yazı iyi gelir diye düşünüyorum. Artık doğaçlama, aklıma ne gelirse sıralanmış olacak :))
  • Kahve kokusunu, kahve içmeyi çok seviyorum. Sanki içecek konusunda pek sınırım yok gibi...Soğuk çay dışında bütün içecekleri çok seviyorum.
  • Saçlarımı sımsıkı bağlamayı seviyorum. Yüzüme değen saç olmayınca çok mutlu oluyorum:)
  • Çanta almayı çok seviyorum. Alıp kullansam daha iyi ama değiştirmeye üşeniyorum.
  • Lahmacunu çok seviyorum. Soğanla birlikte tabikii...
  • Dışarıdan eve geldiğimde evin sıcaklığını ve kokusunu çok seviyorum...
  • Eve gelir gelmez ev kıyafetlerimi giymeyi seviyorum. Hani olur ya en rahatından :)
  • Ekmek arası bir şeyler yemeyi seviyorum. Hatta her şeyi ekmeğin arasına koyasım geliyor.
  • Evde derinden gelen müzik sesini seviyorum.
  • Güneş alan odaları, pencereden içeri giren güneş ışığını çok seviyorum...
  • Oğluma sıkıca sarılmayı ve onu sesli sesli öpmeyi çok ama çok seviyorum.
  • Akşam yemeği hazırlamayı seviyorum.
  • Herhangi bir şeyleri kutlamayı çok seviyorum.Kutlamaya her şey sebep olabilir :)
  • İlkbaharda doğanın canlanışını seviyorum.
  • Deniz,göl... kenarında oturup enginliğe şükretmeyi seviyorum.
  • Memlekete gittiğimizde annemlerin evde bizi karşılamasını ve annemin karşılama sofralarını çok seviyorum.
  • Eşimle birlikte uzun yolculukları seviyorum.(Tabi artık oğlum da eklendi:) Yolculuk boyunca fazlaca mola vermeyi seviyorum.
  • Tatillerin ilk gününü çok seviyorum.
  • Mütevazı davranan ve yaşayan insanları çok seviyorum.
  • Oğluma vermeye çalıştığım değerleri uyguladığını görmeyi çok seviyorum.
  • Yaptığım yemeklerin iştahla yenmesini çok seviyorum.
  • Karpuzun göbeğini...beyaz dutu çook seviyorum.
  • Azeri şarkılarını dinlemeyi ve yazılı metinlerini okumayı seviyorum.
  • Türkü ve özgün müzik dinlemeyi çok seviyorum. 
  • Üçgen peynir,simit, çay birlikteliğini seviyorum.
  • Oğlumun uydurduğu hikayeleri dinlemeyi, şarkı mırıldanmalarını çok seviyorum.
  • Hediye paketi açmayı çok seviyorum. Küçük küçük hediyeleri seviyorum.
  • Bir şeyleri ucuza almayı seviyorum :)
  • Salaş,sevimli, doğal mekanları çok seviyorum.
  • Karın yağışını seviyorum.
  • Keçiboynuzu yemeyi seviyorum.
  • Kırtasiye alışverişi yapmayı seviyorum. Renkli kalemlerle yazı yazmayı çok seviyorum.
  • Patatesi her haliyle seviyorum.
  • Eşimin ve oğlumun baş başa  konuşmalarını uzaktan dinlemeyi seviyorum :)
  • Defterlerin sağ taraflarına yazmayı seviyorum.
  • Hayal kurmayı ve hayallerden konuşmayı seviyorum.
  • Bahçeden toplanmış domates,biber ve salatalık kokusunu çok seviyorum.
  • Hamurla uğraşmayı ve hamur işleri yapmayı seviyorum :)
  • Tarçın ve vanilya kokusunu seviyorum.
  • Baharatları çok seviyorum.. En çok da isot ve sumak :)
  • Evimi çok seviyorum.
  • Ailemi...gülüşlerini çok seviyorum...
Yazıya başlarken galiba sevdiğim hiçbir şey yok diye düşünürken coştum gittim :) Daha da uzardı sanki ama bu kadar yeter sanırım...Gerçekten güzel şeyleri düşünüp yazınca mutlu oldum :) Ezgi'ye tekrar teşekkür ediyorum.
Ben de birkaç kişiyi mimlemek istiyorum...
Arkadaşlarım kabul edip yazarlarsa çok sevinirim. Keyifle okuruz paylaşımlarını.

Sevgiyle...

18 Şubat 2018

DERİN ACI


Bu sabah odasına girdiğimde oğlumu yerde oturmuş kucağında sarıp sarmaladığı peluş köpeğine ateş ölçerini tutarken gördüm. 'dııtt' sesinden sonra daha bir sıkı sarılıyor 'korkma ben yanındayım' diyordu. Araya girip ne olduğunu sordum. 'köpüşün ateşi çıkmış,onu iyileştirmeye çalışıyorum anne' dedi. Nasıl iyileştiriyorsun? Dedim. ' Sarılıyorum' dedi.
Odasında,peluş köpeğinin ateşi çıktığı için sarılarak onu iyileştirmeye çalışan bir masum... Ben...çok şeyi bilen...çok şeyi duyan...keşke duymasam,keşke bilmesem kıvranmaları içinde sıkışıp kalmış; gerçeklerden nefret eden, çocuğunun yüzüne bakmaya utanan,korkan, takıntılı değil 'endişeli, güvensiz' anne!
Okumadım, okuyamadım ayrıntılarıyla haberleri... duyduğum, okuduğum kadarı benim boğazımda yutkunamayacağım kadar büyük bir yumruk oldu... omuzlarımda dünyanın yükü oldu...utancım,korkum, çaresizliğim oldu...
Kirlendik...baştan ayağa pisliğe bulandık...toplum olarak, insanlık olarak yerin yedi kat dibindeyiz...artık arınmaz bu pislikler, çıkamayız diplerden... Bu günah hepimizi yakar...
'İstismar' değil! Olamaz! Bu cinayet,bu vahşet, zulüm, işkence...bu acıların en büyüğü...bu insanlığın yok oluşu... vicdanın,merhametin kayboluşu...bu bir toplumu isyana sürükleme...bu bir toplumu yok etme...bu geleceği karartma...hayalleri yok etme...endişeyi, güvensizliği, kaygıyı,acıyı milyonlarca yüreğe serpme...bu,bu,bu...affedilemez!!
Sürekli konuşulsun,tepki görsün istemiyorum bizi bu lanet düşüncelerle yaşayamaz hale getiren zalimler...Ceza istiyorum,en en en ağırından! Geçer mi acısı,geçmez elbet...ama caydırsın, örnek olsun...
Kalbim paramparça...Bu yaşananların hesabını evlatlarımıza nasıl veririz bilmiyorum... korkuyorum,hem de çok...gönlüm hep bedduadan yana, durduramıyorum kendimi... çünkü bir gün tırnağını keserken etini acıttığım için çok ağladım...çünkü bir gün hasta olduğu için gözümü kırpmadım... çünkü bir gün onu oyuncak köpeğini sarılarak iyileştirmeye çalışırken gördüm...çünkü her gün onun masum dünyasına tanık olarak yaşıyorum...durduramam kendimi,acım yüreğimi dağlar,bedduama, öfkeme hakim olamam...
Dile getiremediğim bir yaşanmışlık hepimizi derinden etkiledi. Gözlerimizi kapatıp seyirci kalamadık haberlere. İçimize atılan bu korku tohumları büyür de büyür artık , geri dönüşü yok. Üstümüzdeki yük çok büyük, sorumluluklarımız çok fazla, görevlerimiz,yapacaklarımız çok çok fazla hem birer birey hem de anne baba olarak. Herkes sorumlu yaşananlardan,herkes masumlara karşı sorumlu,herkesin geleceği temizlemek için görevi çok fazla.
Anne babalar kendimize gelelim, çocuklarımıza sayılardan,renklerden önce merhameti,sevgiyi,acımayı, hoşgörüyü öğretelim...önceliğimiz bunlar olsun ki gelecek karanlıklarda kaybolmasın...bir toplum yaşanan acılarla kahrolmasın...
Yaşanan olayın acısının tarifi elbet imkansız,dilerim cezaların en ağırı insan kılığına bürünmüş bu caniler için olur...dilerim ki bir daha hiç yaşanmaz...
Allah yardım etsin bizlere, yavrularımızı her türlü kötülükten uzak tutsun...
Çok üzgünüm, çok...

12 Şubat 2018

SİNEMA VE BEN *MİMM*


Bir mim yazısıyla daha merhaba:) Beni mimleyen arkadaşımız Gizem'e teşekkür ediyorum..Yazımı yazmak için biraz beklettim ama fırsat buldum sonunda. Gizem'in mim yazısını okumak isterseniz buraya buyrun. Ben de başlayayım...

1. Sinemada izlediğin ilk film?
Kendimi çok zorladım ama malesef hatırlamıyorum. Hatta ilk kez ne zaman gittiğimi de hatırlamıyorum. 

2. Film en güzel ....'de/da izlenir?
Film en güzel doğru zamanda doğru yerde izlenir :) 

3. Film izlerken olmazsa olmazın var mı? Varsa neler?
Olmazsa olmazım evde izliyorsam eğer içecek herhangi bir şeydir. Bir de ortamın karanlık olması.

a. Tek başına mı kalabalık mı?
İkisi de olur fark etmez bana.

b. Mısır mı cips mi?
Cips...çok seviyorum malesef. Hatta cips yemek için film izlemişliğim bile vardır. Mısırı hiç yiyemem zaten.

c. İki boyutlu mu üç boyutlu mu?
Üç boyutlu bana göre değil. Aşırı geliyor bana. Ben dümdüz sade şeyleri seviyorum:)

d. AVM sineması mı sokak sineması mı?
Sokak sinemasıyla nerdeyse karşılaşmadım. O yüzden hep AVM sineması.

e. Filmden önce filmin fragmanını izlemek mi, yorumlarını okumak mı?
Yorumları okuyorum genelde. Olumsuz yorumlar mutlaka etkiler beni. İzleyemem.

Bu mimi yapanları ve yapmayanları hatırlamadığım için isim veremiyorum. İsteyen herkes davetlidir.

Sevgiyle...

6 Şubat 2018

Hadi Büyüyelim!



Bazı kelimeler var ki sözlük anlamı ezberlenerek gerçek anlamı öğrenilmez. Yaşanması gerekir. Önce yaşanır sonra o süreç adlandırılır. Kelimenin anlamını bilmek anlaşıldığını göstermez. Sabır böyledir mesela, umut böyle, merak, mucize, şaşkınlık, mutluluk böyledir...
Bunlar nasıl öğrenilir peki? Yaşanmışlıkla hayata nasıl katılır? Çoktandır pipetlere makarna dizdirmeyi bıraktığım oğlumla birlikte biz bu yaşanmışlığın içinden geçtik...Benim belleğimde çoktandır anlamını bulmuş kelimelerin tazecik bir beyinde yer etmeye çalışmasını gördüm..Çok şükür..
Hem de hepsini tek bir olay üzerinden kattık kendimize.
Ne mi yaptık? 
Tohum ektik....
Taaa en başından...
Limon çekirdeklerinin kabuklarını soyup tohumları çıkardık...
Nemli pamuk arasında uyuttuk...'mutlaka uyanın' dedik...
Bir hafta sonra uyandılar...
Filizleri küçük bir kapta toprakla buluşturduk...





















Kendilerini biraz daha toparlayınca saksılarına yerleştirdik...
Yeni evleri oldu...
İki tane..Birisi anne, birisi yavru...
Şimdi büyütmeye çalışıyoruz...
Oyuncak tanker ya da itfaiyeyle suluyoruz tabiki...
İşte böyle bir olaya tanık oldu Poyraz...
Yaşadık, yaşadıklarımızı adlandırdık...
'Hadiii çıksana büyüsene!!' Söylemleri, kızgınlıkları gün gün azaldı...
'Daha zamanı gelmemiş' dedi...
Şükür dedim...
Sonra da keşke...
Keşke benim derinlerimde de bu bilinç işlenmiş olarak büyüseydim...
Filizleri gördü...
Çok güldü, gözleri parladı...Şaşırmak,mucizeyi görmek, mutlu olmak buydu...
Yeni evlerine yerleştirme sırasında tabiki kolları sıvadı.
İşin içinde toprak vardı:)
Önce kendisi biraz toprakla oynayıp saksıya koyarsa daha güçlü olurlarmış...
Öyle dedi..İnandım..
Saksılarına yerleştirdik...
Seyrettik...Mutluluk yine buydu...
'Can suyu' dedi...
Bunu önceden teorik olarak biliyordu. Şimdi pratikte küçücük eller küçücük bir fideye can suyu veriyordu...
Ne olurlar, nasıl olurlar bilmiyorum...Umarım uzun ömürlü olurlar...
Ara sıra ;onlar daha çok büyüdüklerinde nereye dikeceğimizi konuşuyor, bulmaya çalışıyoruz...
Bir de inanç var işte...Büyüyeceklerine inanıyoruz...
Küçük beyin saksısı kendi odasında duruyor...
'Ona iyi bak' dedim...
'tamam bakıyorum' dedi...
Geçti karşısına uzuuunca baktı.....
'İşte böyle bak' dedim :)

Bu bir etkinlik değildi...Belki çok basit bir şeydi ama bize kattıkları çok fazlaydı...Anlattıklarım sadece bazı kısımlarıydı, çok şey konuştuk;çok şey paylaştık bu süreç içinde...Birlikte yaşadık...Çok güzeldi...Eminim benim mutluluğum oğlumun mutluluğundan çok daha fazladır...

Sen beni ne güzel büyütüyorsun oğlum...

Sevgiyle...

2 Şubat 2018

Kibar isteklerim&&& Şiddetli kızgınlıklarım

Lütfen...

*Satın aldığım bir ürün ben aldıktan sonra indirime girmesin...
*Özellikle erkek şoförler emniyet şeridinden gidip sağdan geçiş yapmasın...
*Alıveriş arabasında çocuğumla kasa sırası beklerken kimse benden sıramı istemesin...
*AVM 'de kimse bebek arabalarından önce asansöre saldırmasın...
*Ördüğüm motifin sonuna doğru yanlış olduğunu fark etmeyeyim...
*Kimse kimsenin çocuğunun tuvalet alışkanlığı kazanmasına ve hatta bilimum alışkanlıklarına karışmasın...
*Serpme kahvaltı adı altında uçuk rakamlara kimse bize zeytin,peynir yedirmesin...
*Mağazalarda görev yapan satış danışmanları her denediğimiz ürüne 'harika oldu' demesin. Bir de mağazada gezerken ensemizde yürümesin...
*Kırmızı ışıkta beklerken korna çalmaya başlanmasın...
*Kıvırcık 5 tl olmasın...
*Ceviz ithal etmeyelim...
*Anlamsız, düzmece olan gündüz kuşağı programları izlenmesin...
*Film sitelerinde bahis reklamları açılmasın...
*Apartmanda oturanlar alt katında da insanların var olduğunu unutmasın...
*Gençler üzerinden umut tacirliği yapılmasın...
*Kimsenin, hırstan gözü dönmesin...
*Ülkenin aydınları olarak sadece köşe yazarları görülmesin...
*Anne olduktan sonra herkes kitap yazmak zorunda değil; kimse kendini zorlamasın...
*Hiçbir anne çocuğuna kendi dedikodusunu yapan kişiyi affetmesin...
*Hastayken kalabalık ortamlara özellikle de çocuklu ortamlara gidilmesin...Kimse hasta çocuğuyla birlikte misafirliğe gitmesin. Gitmek isteyerek karşı tarafı zor durumda bırakmasın...
*Ödünç alınan kitaplar geri verilsin...
*14 Şubat yaklaşırken; herkes içinden geldiği gibi davransın...Sanki hiç alışveriş yapmıyormuş gibi böyle günlerde hediyeleşmeye karşı çıkanlara kimse aldırmasın...(Telefondan yazıyor olsaydım buraya fazlaca emoji koyardım)
:)))
Sevgiyle kalın.....
Devamı geliyor aslında da bu kadar yetsin. Bu bir isyan değil, rica yazısı:)) 
Lütfen...Please...N'olur ...

28 Ocak 2018

Belediye Fincanıyla Romantik Kahve

Sene 2008...
Haziran ayı...
Üniversitenin ilk yıllarında birbirlerinden pek de haz etmeyen iki sınıf arkadaşı okul bittikten sonra evleniyor...
Yer: Eskişehir
Küçük bir oda, stresli aileler, heyecanlı gençler; ne yaptığının farkında olan tek kişi nikah memuru...
O meşhur konuşma ve sonrasında sorulan soruların cevapları 'EVET'.....'EVET'
Tebrikler...
Nikah memuru elindeki evlilik cüzdanını uzatıyor gelin hanıma kutlayarak...
Devamında bir soru daha soruyor' kahveyle ilgili olan bir atasözümüzü söyler misin? 'diye...
Ortam gergin...Gelin düşünüyor...
Daha az önce evet diyerek evlenmiş; elinde taze evlilik cüzdanı; içinde kahveyle ilgili atasözü bulma telaşı...
Duygularla ancak bu kadar oynanabilir...
Titrek ses çıkıyor, işte o merakla beklenen cevap:
" Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır."
Bravo diyor nikah memuru olimpiyat şampiyonunu kutlama sevinciyle...
Birden ciddiyet ve gururla eline aldığı açık mavi kadife kutuyu yine gelin hanıma uzatıyor.
"...işte bu yüzden belediyemizin size böyle güzel bir nikah hediyesi var." diyor.
Kutunun içinde çini işlemeli iki fincan duruyor...
Gelin düşünüyor 'bütün bunlar neden yaşanıyor?'
Hediye alacağı fincana ulaşmak için evliliğinin ilk dakikalarını atasözü bulma telaşıyla geçirdiğine inanamıyor. 
Evlilik cüzdanlarını, mavi kadife kutuyu alarak odadan çıkıyorlar ve arabada sıcaktan erimiş olan nikah çikolatalarından yiyorlar yakınlarıyla birlikte. Ağızları tatlansın diye...
.............
.............
Sene 2018
Ocak ayı 
Yer: Van
Günlerden tam da bugün...
Artık on yıllık evli olan gelin hanım dolapların içinden mavi kadife bir kutu buluyor,on yıldır nerelerdeydi acaba düşüncesiyle ve mazinin sıcaklığını hissetmenin duygusallığıyla kutunun içindeki fincanları çıkarıyor.
Bu kutuyla bir şeyler yaparım diyerek kenara koyuyor.
Fincanlara da bol köpüklü kahveler...
Gelin hanım yine heyecanlı ve coşkulu...
Kahve dolu fincanlarını götürüyor...
Artık on yıllık evli olan damat bey öööyleeece bakıyor...
Elinde fıncanlarla pembe pembe tebessüm eden karısının yüzüne...
"Fincanları hatırladın değil mi?" 
"Hatırladım tabii bir sevgililer gününde almıştım sana" !!!!!
"Evet" diyor karısı 
Ve kahvelerinden ilk yudumlarını alıyorlar. 
Fincan tabağından ayrılınca ortaya ODUNPAZARI BELEDİYESİ yazısı çıkıyor.
Gülümseme, acı, ızdırap bütün duygular tepişiyor...
"Nasıl hatırlamam şaka yapmıştım ben sana" diyor on yıllık evli olan ama ne yaptığını bilemeyen damat...
Gülüyorlar...
On yılın güzelliği gözlerinden geçiyor...
Kahveler afiyetle içiliyor...
Belediye fincanıyla duygusallık bu kadar oluyor...

Şakacı kocam...
O odadaki bütün sorulara çok doğru cevap vermişim...iyi ki...



21 Ocak 2018

Kavuşma

Nihayet beklenen gün geldi ve kar nimetine kavuştuk. Hava sıcaklığı da beklediğimiz ayara gelince geriye hasret çekenleri kavuşturmak kaldı...Evden çıkma telaşımız karlar erimeden yetişelim cinsindendi...Dışarı çıkıp o muhteşem güzellikle karşılaşmak tertemiz havayı solumak harikaydı. En güzel tarafı karlara daha önce hiç basılmamış olmasıydı :) Benim inanılmaz zevk aldığım bir durumdur bu...Her taraf bembeyaz çarşaf gibi kar. Tabi biz ana oğul bütün çarşafı bozduk, neredeyse basılmadık yer bırakmadık :) Evet tatmin olduk:)

 Poyraz'ın mutluluğunu, heyecanını, coşkusunu tarif etmemin imkanı yok. Ah bir de ciddiyet...Pür dikkat yürümeler...Düşmeden yürümenin verdiği büyüdüm artistliği...Hepsi çok eğlenceliydi. Nefes nefese yürürken bitmek bilmeyen soruları da renk katıyordu tabi kar eğlencemize...
Dışarıda bizden başka kimsenin olmaması da işin çok ilginç ve üzücü tarafıydı. Çocuklar evde nasıl tutuluyordu acaba çok merak ettim...Sadece iki minik abi bulabildik ve onlarla birlikte en çok istediğimizi,kardan adamı yapabildik :) Mutluluktan karşısında takla atmaya çalıştı benim oğlum...Resmen ne yapacağını bilemedi :) Benim için bir kardan adamın bu kadar büyük bir önem taşıyacağı hiç aklıma gelmezdi...Poyraz karşısına geçip kahkahalar attı ya, gidip sarılmaya çalıştı ya...
offf masumiyet...
Eğildim kardan adama 'teşekkürler, adamsın!' dedim :) 
Çıt yok...Öyle bir olgunluk :)
İşte öyle karlı, karla dolu bir gündü. Karda yürünür mü,koşulur mu, zıplanır mı, yuvarlanılır mı, oturulur mu, yatılır mı? hepsini denedik. Evet ıslandık biraz. Poyraz'ın hasta olmasından korkmadım. Çünkü mutluluk hasta etmez...Bu düşüncemin geçerliliğini koruması için dua ettim Allah'a :)

Daha önceden sokak lambalarının altında karda el ele yürüme romantikliği çok cazip gelirdi...Artık bambaşka duygular uyanıyor içimde...Yeni mutluluklar, coşkular öğreniyorum ben de...
Teşekkür ederim Poyraz, gözlerindeki ışıltılarla yolumu aydınlattığın için...
Masumiyetinle ve sevinçlerinle yüreğimi genişlettiğin için...
Teşekkürler oğlum.
Teşekkürler kar.
Şükürler en yücesine...


Sevgiyle...



15 Ocak 2018

DALDAN DALA ATLAMA YAZISI #2


İnstagram paylaşımlarında gördüğüm kekler ve o fotoğraflardan bana kadar gelen tarçın kokusu beni bugün kek yapmaya mecbur bıraktı... Poyraz her ne kadar 'pilavlı kek' istese de; havuçlu, tarçınlı, cevizli kekten biz de nasibimizi aldık. Nihayet bizim evimiz de tarçın koktu :) Tam da planlanan gibi; dışarda kar serpiştiriyor, fırında kek, evde tarçın kokusu.... "-pişti miiii??" diye gezinen sabırsız bir çocuk :)

Mutfak uğraşlarına başladığıma göre demek ki iyileştim...Yılın ilk hastalığını (!) da atlatmış oldum. Oh, rahatladım. 'hasta olcam... olacak gibiyim...' endişeleri bitti. Şükür ki iki üç günde geçti gitti. Poyraz'a bulaşacak endişesi de beni benden etti tabii...Yanındayken aldığım nefesi geri vermekle vermemek arasındaki nirvanaya ulaşmış annelik duyguları hiç hoşuma gitmedi...Hasta olmak çok kötü ama çocuğun yanında hasta olmak daha da kötü...
Kendimi resmen kuşburnu çayıyla besledim, belki ondandır çabuk toparlanmam. Belki de " bööle dokunarsam iyileşir misin annee?" diye vücudumda gezen iksirli minik ellerdendir....

İki güzel kitap okudum birisi sizinle de paylaştığım 'Bağırmayan Anneler' ;diğeri de 'Kişisel Ataleti Yenmek' isimli bir kitap. Onu da anlatmak istiyorum aslında ama ataletimi yenemiyorum...Geçen akşam Küçük Kara Balık kitabını okudum bir de :) Çok tatlıydı, hayran kaldım cesur balığa...Okumasam da, Poyraz'a masal şeklinde anlatmayı düşünüyorum...

Kitaplardan söz açılmışken 'Geceyi Aydınlatan Ateş Böceği' isimli bir çocuk kitabı almak istediklerim arasına girdi. Kendime de 'Ekspres' adlı bir kitabı almak istiyorum. Yetişkinler için yaratıcı düşünme egzersizlerinin bulunduğu bir kitapmış. Çok merak ettim...

Bir de blogruz sayfasında düzenlenen çekilişin 4. kazananı olmuştum :) Sürpriz hediyeleri elime ulaştı, çok beğendim...Arkadaşımıza buradan da teşekkür etmek isterim :))
çekiliş hediyelerim

Son günlerde sıkça dinlediğim Manuş Baba-Eteği Belinde ve Sıla-Muhbir favori şarkılarım arasına girdi.
Hala oturup bir film seyredemedim. İnsanı mutlu eden, huzur veren bir film varsa aklınızda tavsiyeniz beni çok mutlu eder :) Zira izleyeceğim filmi aramak filmin süresinden bile uzun sürüyor.

Kahveyi çok sevdiğim için Gratis'ten aldığım kahve kokulu duş jeli insanı kahveden soğutacak kadar kötü çıktı. Üzerinde cilde ışıltı verdiği yazdığı için aldığım kreminin içinden de belli belirsiz simler çıktı,elbette ışıltı verdi! Kanmamak lazımmış böyle şeylere :)

Son bir şey; burada ciddi şekilde havanın kuruluğundan rahatsızız...Önerebileceğiniz bir yöntem ya da buhar makinesi varsa yorumda belirtirseniz çok memnun olurum :)

Devamı geliyor aslında ama bu kadar daldan dala atlamak yeter sanırım :)

Evet, şu anda kar yağıyor....

Sevgiyle....




10 Ocak 2018

BAĞIRMAYAN ANNELER -Bağırıp Çağırmadan Çocuk Büyütme Teknikleri-

Çocuk gelişimiyle ilgili kitapların pek çoğunda başlığın sadece annelere ithaf ediliyormuş hissi beni biraz rahatsız etse de konumuz bu değil :)
Yılın, biten ilk kitabı kervanına katılmaya geldim...
Malum iki yaş bizde gümbür gümbür hissedilmeye başlayınca, haliyle benim de ses tınılarımda farklılaşmalar oldu. Sadece benim değil; aslında eşimde de oldu. Ama kitap bana seslendiği için siparişi ben verdim ve kitabı ben okudum...

Hatice Kübra Tongar, kitabında konuları üç farklı bölüm başlığı altında ele almış.
1. bölüm Neden Bağırıyoruz?ana başlığı altında öfkemize ve bağırmamıza sebep olabilecek unsurları işlemiş.Geçmişimizi ve bugünümüzü düşündürerek altta yatan sebepler olabileceği konusuna dikkat çekmiş.Bağırmanın çocuklar üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri açıklamış ve son olarak öfkemizi kontrol altında tutabilmek için bazı teknikler ve telkinler vermiş.
2. bölüm Bağırmamak İçin Bir Dakika Mola; bu bölümde annelerin kendilerinin farkına varmasını sağlamaya çalışmış; hayatlarını kendilerini strese sokmayacak bir düzene getirmeleri için fikirler vermiş. Kendilerine özel zaman ayırmalarını, bazı durumlara karşı farklı bakış açıları göstermeye çalışmış. Bu bölümde evliliği de ayrı bir çocuk olarak ele almış ve evliliğe de özel zamanlar ayırarak canlı tutmak gerektiğini belirtmiş.
3. bölüm Bağırmadan Çocuk Yetiştirmenin Yolları; Birey olarak annenin kendisiyle, yaşamıyla ilgili konuları işledikten sonra bu son bölümde çocukla olan ilişkileri düzene sokmak adına bazı tekniklerden bahsetmiş. Yanlış algılanan yöntemlere, alışılagelmiş bazı davranışların olumsuzluklarına değinerek, doğruya ulaşma yolunda bilgiler vermiş.

Son kısımda "bağırmayan anneliği bağırmayan Peygamberden öğrenelim" başlığıyla peygamberimizin torunlarıyla ve başka çocuklarla olan ilişkilerinden, hoşgörüsünden bahsetmiş.

Son sözü sözleşme olarak yazmış ve bağırmayan anneliğe niyet ettirerek kitabı bitirmiş.

Kitabın sonuna da bağırmayan anne olmaya niyet etmiş anneler için Bağırmayan Anneler Belgesi eklemiş.
Resim yazısı ekle

Aklımda Kalanlar:
* Çocuğunla kesinlikle inatlaşma.
* Öfke anında dur, uzaklaş; kendini sakinleştirecek bir şeyler bul. Kriz anında çözüm olmaz!
* Mutlu, huzurlu anne; mutlu, huzurlu çocuk demektir. Bu yüzden önce kendini mutlu et!
* Çocuğuna bol bol sarıl.
* Yetişkin bir insana söyleyemeyeceğin sözleri çocuğuna da söyleme! Yetişkin bir insana yapamayacağın davranışları çocuğuna da yapma!
* İlerde seni nasıl hatırlamasını istiyorsun? bunu düşün.
* Çok fazla eleştirip kendini değersiz hissetmesine sebep olma!
* Kızacağın olay onun kalbini kırmaya, kendini kötü hissetmesine değer mi? Bağırıp kızmadan önce düşün.
* Kızdığın zaman kendisine değil; davranışına kızdığını hissettir!
* Koşulsuz sevgini ona hissettir. Saygı duy!
* Çocuklu olduğunu bilip anlayış gösteren insanları etrafında tut. 
* Baskıyla, şiddetle, bağırmayla değil; insani yollarla iletişim kur!  
* Pozitif disiplin yöntemlerini kullan.
* CEZA asla işe yaramaz!
* Çocuğun senin beklenti ve ihtiyaçlarını yerine getirmek için dünyaya gelmedi.
* Davranışlarında tutarlı ol.
* Çocuğunun karakter özelliklerini fark et ve kabul et; değiştirmek için uğraşma.

Elbette ki katkısı olan bir kitaptı. Kendi payıma düşenleri aldım ve kitabı tamamladım. Ebeveyn olmak oldukça sorumluluk gerektiren zorlu bir süreç. Bu süreçte de kendimize yardımcı olacak, davranışlarımıza katkı sağlayacak bilgilere olan ihtiyacımız hiç bitmiyor. Katkı yapan eserlere kişilere ulaşabiliyorsak, arayış içindeysek ne mutlu:)

Kitaptan bir alıntı:
" Bir annenin gücüyle çocuğunu eziyor olması, 'gücüyle seni ezen herkese boyun eğ' öğretisinden başka bir şey değildir."

Sevgiyle...



8 Ocak 2018

Habbetü's-sevdâ



Habbetü's-sevdâ 
Arapça bir tamlama.
'sevda tanesi' gibi bir karşılığı var.
Ancak bu tamlamanın dilimizde kazandığı karşılık:
ÇÖREK OTU
Eski zamanlarda tütsü ve nazar için kullanılan çörek otu...
Muskaların içine konması adet haline gelen çörek otu...
Ölümden başka her derde şifa olduğu hadislerle rivayet edilen çörek otu...
Edebiyatımızın Klasik döneminde 'habbetü's-sevdâ' şeklinde,
sevgilinin beninin benzetildiği çörek otu...

habbetü's-sevdâ.........sevda tanesi
sevda tanesi.........çörek otu
çörek otu.......sevgilinin beni

Sanat...Aşk...

Sevgilinin yüzündeki ben, her derde deva olacağına inanılan ;nazara karşı koruduğuna inanılan;kokusuyla mest eden çörek otuna benzetiliyor...

Hayalî demiş:

Asıldı sünbüle mânendi sünbülüne gönül
O ben olalı izârında habbetü's-sevdâ

 Sümbüle benzeyen saça asılı kalan gönlünün amacının habbetü's-sevdâ ya yani çörek otuna ;yani sevgilinin benine ulaşmak olduğunu söylüyor. Asılı kalan, yıpranan, yorgun düşmüş,hastalıklı gönlün şifası elbetteki her derde deva olan çörek otudur. Aşık gönlün şifası, elbette ki sevgilinin benidir...

Nasıl da ince...
Sevgiyle....




3 Ocak 2018

Hepimiz için: TUZ SERAMİĞİ


Çok eğlenceli, çok sanatsal bir etkinlik önerisi ile buradayım:) 
Az malzemeli, hazırlaması çok kolay ve fazla zaman almıyor. Zaten hazırlarken eğlence başlıyor. İlk önce malzemeleri söylemek istiyorum:

* 1 ölçü un
* 1 ölçü tuz
* yarım ölçü su


Ölçü olarak ben su bardağı kullandım. Çok fazla olduğunu düşünürseniz ölçüleri yarıya da indirebilirsiniz. 
Malzemelerin hepsini karıştırıp hamur kıvamına getiriyor ve oynamaya başlıyoruz. Burada uyarmak istiyorum elinde ufak da olsa bir yara bulunan özellikle yoğurma işlemini yapmasın. Zira yaraya tuz basmak oluyor ve çok acıtıyor gerçekten. Tecrübeyle sabit :)
Bu etkinlikten bahsederken sürekli çoğul konuşuyorum. Çünkü sadece çocuklar için uygulanacak bir şey değil bence. Sadece Poyraz değil biz de oldukça keyif alıyoruz. 
Hamuru yoğurduktan sonra sürekli mıncırıp mıncırıp şekiller yapıyoruz. Kurumaya meyillendikleri zaman da ne istiyorsak o şekli veriyoruz. 
Poyraz'ın el izlerini biz bu şekilde çıkarıyoruz. Artan hamura da farklı şekiller verip amaca yönelik kullanıyoruz. 


Aslında verilen tariflerde hep fırınlanması gerektiği yazıyor. Ama ben hiç fırınlamadım:) Kalorifer peteğinde hallediyorum bu meseleyi ve hiç sorun olmuyor.

Sadece hamuru yaparken, mıncırırken, şekil verirken mi eğleniyoruz? 


Hayır tabi kii...sırada boyama var...İşte burada sanat devreye girebilir:) Herhangi bir boya türüyle (sulu,guaj,akrilik,parmak boyasi...) kuruyan seramiklerimizi boyuyoruz. Boyalar da kuruduktan sonra objelerimiz kullanıma hazır oluyor :) 

Hem eğlenmiş, hem de ortaya kalıcı bir şey çıkarmış oluyoruz.
Tavsiye ederim.
Sevgiyle.

2 Ocak 2018

GECE BİTTİ...


Çok şükür geçti gitti...Artık yeni bir yıla girdik...Kimimiz eskiyi uğurlamak için can attı; kimimiz seneler uçup gitmesin diye ayak diredi...Ama akrep,yelkovan,saniye bir olup atlattılar bizi yeni seneye...
Şükür geçti gitti yılbaşı gecesi...
Tartışmalara, ön yargılara, niyetler bilinmeden verilen peşin hükümlere sebep olan gece yaşandı bitti...Herkes kendince, kendi gönlünce, kendi niyetince, kendi imkanınca yaşadı ve bitti...
Etraftaki bütün şaşaaları görüp anne babasının gözlerine bakarak bir heyecan, bir coşku bekleyen çocuk için bitti...
Dışarıda arkadaşlarıyla kutlamak isteyen bir gencin izin alma sızısı bitti...
Çocuğu dışarıdayken endişeden gezegen değiştiren anne için bitti...
Sadece beynini uyuşturmak isteyip kendini bile fark edemez hale gelen için bitti...
Dost sohbeti için fırsat sayan için bitti...
Herkes kutluyor,biz de kutlayalım diyen için bitti...
Kapitalist sistemin alışveriş tuzağı diyen için bitti...
Sadece eğlenmeye, aile sohbetine fırsat kollayanlar için bitti...
Kutlayınca daha modern olduğunu düşünenler için bitti...
Kutlamadığı için cennette yerinin hazır olduğunu düşünerek kibre bürünen ve etrafındakileri yaftalayanlar için bitti...
Bir gece...
Yaşandı...
Geçti...
Bitti...
Yaşamlar, yaşantılar,niyetler farklıydı ama temenniler ortak noktada birleşerek gece bitti...
Sağlık,
mutluluk,
huzur...
2018'in üstüne umutlar, beklentiler, dilekler yüklenerek gece bitti...
Sabahında, 2018 sihirli değneğini kimseye değdirmedi...
Yaşanmalıydı...
Umutla...
Gayretle...
Hoşgörüyle...
Sağduyuyla...
Şefkatle...
Saygıyla...

Herkese kutlu olsun.
Nihayet bitti gece,
Hoş geldin yeni sene:)

Sevgiyle...